google.com, pub-6287384622389852, DIRECT, f08c47fec0942fa0 Tweet
 
 
Sosyal Sanal SEYAHAT
Sanal dünya

Blog yazilari

 
BELAEDİYE VE İŞÇİLER HAK HUKUK
Bulunduğum yerden , iki kilometre yürürseniz ,belediye hakkında ki düşünceniz hemen ortaya çıkar . Belediyelerde çalışan insanların kalifiye olduklarına inancım sıfırlandı . Birileri kazansın diye bu sistem var . Taşeron firmaların adamları da yada yakınları belediye de çalıştığı için bir şekilde ihale alıyor ve yaptığı işten çalıyor . Çlıştırdığı işçinin bile parasını vermeyip , bir kaç ay sonra veren vijdansızlar var . İş bulmak helede işçi kesimiyseniz , lise ,ilkokul diplamanız varsa , siz dünyanın en aşağı tabakasısınız . Anlatayım , iş bulmak zor , o işten para kazanmak daha zor . Size bir köle gözü ile bakarlar , siz ne olduğunuzu bilmeden ,hiç bir hakkınızı vermezler , çocuğunuzun süt parasını bile sizden çalarken o işçiciyi kendi özel işleri için ve akrabanın işleri için kullanırken , insani öz saygınızı her şeyinizi ekmek parası uğruna , bu gibi istisnalardan bahsetmiyorum , onlara eşşek sudan gelene kadar her işte çalıştırıp , dört işçi çalıştıracağına bir işçi ile o işi yaptırır , o da yetmez parasını her ay ödemez , tatil vemez , kıyafet vermez , işçi güvenliği yok , yokları oynar . Bir de bu işçilerin gözü önünde kendileri , o işçinin parası ile gözü önünde misafirlrine ikramlarda bulunup ,kendi özel hayatında su gibi harcarken işçiye istersen ayrıl seni zorla tutan yok , zavallı işçi sesini çıkarsa , ki arada o işçi işten çıkarıp tekrar işe alıyor ki ilerde tazminat vermesin . Gelelim bu firmaların aldığı ucuz ihaleden nasıl kar elde edecek sizce , yapılan yeri kaç kez kazıldığına o yeri kaç kez işleme soktuğuna şahitsiniz . Belediye bina yaparken dünyanın parasını alır sizden , ama iş size hizmete gelince kırk yıl beklersiniz . Bir de bakarsınız ki etrafınız da ki yol yerine kocaman bir duvar ,karşınızdaki parası olanları yolu parkı gasp edip kendi tatil yuvasına katar, üç beş liraya , arazisini genişletmiş olur . Olan o yolu veren ev sahiplerine oluyor . Belediyenin yapması gereken müfettişlerini artırması kalifiye eleman alması ve ihale verirken akraba olup olmamasına bakması. Çünkü müfettiş denetleme yapacağını bilen uyanıklar , müfettişin göreceği yerleri hazırlayıp , hak ediş alıyorlar , alt yapı hasas bir konu iken sadece borular yere döşeniyor . Halbuki o borular döşenirken her an denetlenmeli , sadece borular değil çalışanların durumunu da denetlemeli . Dünyanın yükü bu gariban işçilerin üzerinde bu her yönde çalışan iş için geçerli . Belediye iş yapacaksa ,denetlemeyi bilmeli , belediye bunun için var .Müdür olup ta işçiye , kendi özel işlerini yaptırmayacak ,evinin etrafını , arabasın geçtiği yolu döşetmeyecek , adam gibi işini yapacak ,işçi ne işi yaptığını , bilecek . Belediye aslında bir şehrin ruhudur , çünkü belediye aynı kan gibi vucudu beslediği gibi şehrin her işini yapar . Bir şehri şehir yapan o şehrin belediyesinin yaptığı hizmetin kalitesine bakar . Hatır gönül yapmak değildir , belediyecilik .
                     MEDENİYETLRİN CANAVARLIĞI                            
         Her ramazan'da müslüman kıyımı YAPMAYA çalısan, müslüman olmayanlar, insanlıktan çıktıklarına, her sene şahit oluyoruz. Kendilerine insan deyip , kendi cinslerine Zulum eden bu insansı canavarları, ne yapmalı. Onlara Karşı ne yapmalı, zorla kendilerine benzetmek isteyen bu canavardan Daha zalim Olan bu Varlıkları ne terbiye eder. Haberlere bakamaz olduk, o küçük yavrulara yaptıkları zulme hangi kalp Dayanır, şahit oldukca bu zalimliğe, Kendimizi o kadar değersiz hissediyoruz ki, dünya bu kadar zalimi kaldırdığına Gore yaşasın cehnem mi demek lazım, o sonsuz cehnemde çekilecek acılar bu Dünyadaki mükafatmı . Medeniyet ilerledikçe sanki insanlık hızla ölüyor. İyilik edince para veriyorlar, halbuki iyiliği öldürmemek lazımken teşekkürü YAPABİLMEK önemli. Kalbimiz hüzünlü ve öfkeli , duyarsızlık aldı başını gidiyor. Resim koymayacağım yazıma yüreğim gördükleri Karşısında o kadar Kabardi ki insanlığımdan nefret ettim .. Canlıları yaradan dan ötürü sevmediğimizden kendimizi sevmeyiz . Kendini tanımayan öz güven eksikliği yaşayan ve hayal gücü olmayıp gelecekten umutsuz olan kendini sevmez . Kalbi çürümüş kıskançlık kibir ve kötü duygu ve enerji taşıdığı için kendini sevmez . ​İnsanların hayali alemi ile gerçek boyutu arasında bir çizgi var .Boyut çok derinleşti , derinleşmede ki sebebin de yegane nedeni ise insanların aç gözlülüğü . Medeniyet deyip övünen insanlar giydikleri ve yediklerinin neye mal olup kendilerine sunulduğundan bir haberdir.Aslında kafamıza taktığımız hiç bir şey göründüğü kadar zor değil sadece gözümüzde büyütüyoruz. Zaten bildiğimiz bir şeyin büyütmeye gerek yok . Kilerinize iyi bakın onlar sizin en barışçıl hayvanlarınızdır. Bahçeye onlar kadar yakışanı da yoktur. Onları severseniz onlar da sizi sevecektir . Kapınızdan kolay kolay ayrılmayacakttırr.  Zamanla eşlerin monotonlaşan hayatları , herkesin kendi alemine girmesi,çoluk çocuğun bir arada olup çiftlerin birbiri ile konuşup muhabbet olayının olmaması ,çiftlerin birbirine sorumluluk olarak görmesi ve geçmişi unutmalarına ve birbirlerine olan alakayı yapmamalarından kaynaklanan sorun .

KARA ÜZÜM PEKMEZ PEPEÇURA REÇEL

Kara üzüm reçel
pekmez,pestil,pepeçura üzüm nişasta ceviz şeker limon
 
1=Reçel için istediginiz kadar üzüm bunları ayıklayın yıkayın,tencereye koyup tabanına kaplıyacak kadar su,kaynatın karıştırın,pişince kabuklar ayrılınca çekirdekler, kevgire koyun sıcak oldugu için bekleyin yada kaşıkla ezerek süzüün ,iyice kabukla çekirdegi sıkın,çekirdekleride ayıklayın kabuklardan onuda suya koyun çekirdekler dibe çöker kabuklar da yukarı,süzdügünüz sıvı kadar da birebir şeker katın ve kaynatın yogunlaşınca da limon katın yarım limon yeter, 15 dakkada pişsin sıcakken cam kavanozlara koyup ters çevirin soguyunca istediginiz kadar süreyle bir yıl kadar saklayabilirsiniz, hava almaz,afiyetle kahvaltılarınızda tatlılarınızda kullanabilirsiniz...

    2= yaptıgımız bu kavonuzu alıp tatlı yapalım pepeçura, tenceremize biraz su katalım bir kiloluk kavonoz ortalama 2 bardak su dahada koyarsanız rengi açılır,içine nişasta koyalım bir bardak nişasta muhallebi kıvamına gelince taslara koyup sogumaya koyun ,soguyuncada ters çevirip servis yapın.. 3=bu pepecuramıza biraz daha bal katarsak ve ceviz fındık yada susam koyalım sonra bunu pestil bezi sık işlenmiş büyükçe bezde olabilir bunu yayalım kaynayan pepecura daha fazla pişmesi gerek suyunu iyi salması gerek,bunu beze serin ince olması gerek güneşte veyahut kuru temiz bir yerde 3 veya 4 günde kurur kuruyan pestillerin bezlerini hafif nemlendirip bezden alın pestilleri ister dilimleyip kavonoza koyun ister katlayıp nişasta srrpin pestillere çok az afiyet olsun.
   
   4=reçelimizi yaparkende şeker eklemezsek bolca kaynatıp içine pekmez topragı koyarsanız pekmezde hazırdır,pekmez daha fazla ugraş istiyor kolay gelsinnnnnnnnnnn az tuz ,az ısıda yemek pişirmek,karıştırmak,ısı kaybını öönlemek,yemmeği yemeyi sevmek,iyi tarif,iyi malzeme,Zamanında neyi nezaman pişiriceğini bilme,kullanılan mazeme çeşitliliğinde sağlığa dikkat etme

                                        ÖĞRE
     ilkOkula başladıgım zaman ,birinci sınıfa,annemin çuvaldan yaptıgı ,yamalı bezlerle süsledigi çantamla,sınıfta girmiştim.Sınıfta  sandalyemiz yoktu ,masanın üstünde oturmuştuk,sınıfa giren yeni öğretmenimiz bize gülümseyerek artık büyüdügümüzü,okula gelmemizin amacını anlattıktan sonra ,bize evden fasulye getirmemizi istedi,şaşkınlıkla acaba ne yapacak kuru fasulyeyi diye birbirimize gülüşerek söylendik,muzip bir arkadaş da pencereden dışarıyı gösterdi,tarım dersi yapılıyordu bahçeye ekecez heralde dedi. Ertesi gün fasulyelerimizi getirdik,bize küçüklerini ve büyüklerini ayırın demişti,sonra bu fasulyelerii matematik dersinde kullanacagımızı söylemişti,ve o muhteşem gülümsemesi hiç kızmaması ,ünlü antika arabasıyla unutamadıgım belkide okumayı onun sayesinde başardıgım sevgili ögretmenim,ögretmenler günün kutlu olsun,beni ileriye götüren diger tüm ögretmen ve hocalarımıza hayatlarında başarılı ve mutlu olmalarını tüm kalbimle temenni ederim... Hani bizim kardeşligimiz,ne oldu size! Gözlerime inanamıyorum,hayal görüyorum diyorum ama malesef,kardeş kardeşe ettigi lafı, gördükçe acaba diyorum,hangisi sabrı unuttu,hangisi,vefayı unuttu,kendimi onların yerine koymaya çalıştım,benimde evladım var,bende egitim sisteminden geçtim,yanlış düzen yüzünden ne iş var ne gelecek,hurda arabalar gibi yaş ilerledi diyor,iş yok diyorlar,çocukları nasıl yetiştirecegiz?     BAKIYORUM GEÇMİŞE,babama ödevime yardımcı olmasını istiyorum,yavrum derdi,ilkokul mezunuyum ben ne bilirim,annemse okuma yazma yok,kütüphane yok,büyüklerden okuyan yok,derse çalış ,neyilen,ertesi gün arkadaşlar yaptıysa!,ek ders ,test çözmek için kitap yok yok,ama çalışılıyordu , bir gün köye yerleşen bakanın eşi , abla diyordum eşine , bana kendi çocuklarına verilen eğitimi aldığımı zannediyordu her hal de , biri doktor , diğeri eczacı ve çocukları özel okula ve öğretmenlerde , bense yoklukların içinde , kendime söz verdim çocuğuma bunu yaşatmayacağım , ama şimdi varda var , ama çocukları dürttüklemekten usandım , her şeye para yetiştirmekten usandık , çocuklarda usandı ,yüzlerini göremeyeceğiz neredeyse , bir kere çocukların amacı yok , taaa üniversiteye ne kazanırsa ne koparırsa , her çocuk özel kimi sayısalcı kimi görsel , kimi duygusal,kimi yapıcı,velhasıl çocukları koşturmaktan sa ne olduklarını bilip yetişseler,hiç bu kadar para ve zaman kaybı olmazdı,bence dershanelere dokunulmasın , okulları düzeltsinler , zaten ihtiyaç duyulmadığı zaman kendiliğinden kapanır , ama ama şimdi  hatırlayalım , menfaat olunca , düşman gibi mi davranacağız , birbirimize , çok ayıp bakın etrafınıza ,ses başka yerden gelmiyor,birbirinizi yiyin diyorlar,siz kavga edin de sizden kurtulalım , sizin müslümanlığınız menfaata kadar mı dedirtiyorsunuz , her hakkınızı aradığınızda kem sözler ediyorsunuz , inanın büyük şok geçiriyorum,moralim tamamen bozuldu , üç günlük dünyada sizde böyle yaparsanız , ben evladımı kime emanet edeceğim. ?     Hani bizim kardeşligimiz,ne oldu size! Gözlerime inanamıyorum,hayal görüyorum diyorum ama malesef,kardeş kardeşe ettigi lafı, gördükçe acaba diyorum,hangisi sabrı unuttu,hangisi,vefayı unuttu,kendimi onların yerine koymaya çalıştım,benimde evladım var,bende egitim sisteminden geçtim,yanlış düzen yüzünden ne iş var ne gelecek,hurda arabalar gibi yaş ilerledi diyor,iş yok diyorlar,çocukları nasıl yetiştirecegiz?     BAKIYORUM GEÇMİŞE,babama ödevime yardımcı olmasını istiyorum,yavrum derdi,ilkokul mezunuyum ben ne bilirim,annemse okuma yazma yok,kütüphane yok,büyüklerden okuyan yok,derse çalış ,neyilen,ertesi gün arkadaşlar yaptıysa!,ek ders ,test çözmek için kitap yok yok,ama çalışılıyordu , bir gün köye yerleşen bakanın eşi , abla diyordum eşine , bana kendi çocuklarına verilen eğitimi aldığımı zannediyordu her hal de , biri doktor , diğeri eczacı ve çocukları özel okula ve öğretmenlerde , bense yoklukların içinde , kendime söz verdim çocuğuma bunu yaşatmayacağım , ama şimdi varda var , ama çocukları dürttüklemekten usandım , her şeye para yetiştirmekten usandık , çocuklarda usandı ,yüzlerini göremeyeceğiz neredeyse , bir kere çocukların amacı yok , taaa üniversiteye ne kazanırsa ne koparırsa , her çocuk özel kimi sayısalcı kimi görsel , kimi duygusal,kimi yapıcı,velhasıl çocukları koşturmaktan sa ne olduklarını bilip yetişseler,hiç bu kadar para ve zaman kaybı olmazdı,bence dershanelere dokunulmasın , okulları düzeltsinler , zaten ihtiyaç duyulmadığı zaman kendiliğinden kapanır , ama ama şimdi  hatırlayalım , menfaat olunca , düşman gibi mi davranacağız , birbirimize , çok ayıp bakın etrafınıza ,ses başka yerden gelmiyor,birbirinizi yiyin diyorlar,siz kavga edin de sizden kurtulalım , sizin müslümanlığınız menfaata kadar mı dedirtiyorsunuz , her hakkınızı aradığınızda kem sözler ediyorsunuz , inanın büyük şok geçiriyorum,moralim tamamen bozuldu , üç günlük dünyada sizde böyle yaparsanız , ben evladımı kime emanet edeceğim. ?     Birleşmiş Milletler ECOSOC Üyesi olan Yeryüzü Doktorları ayrıca İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA), Afet Yönetim ve Koordinasyon Ofislerinin (UNDAC) eğitim ve tatbikatlarına iştirak ederek, saha operasyonlarında adı geçen kuruluşlara akredite olarak çalışmaktadır. Bununla birlikte UNICEF, WHO, İslam İşbirliği Teşkilatı, Kızılay ve Kızılhaç Federasyonu gibi devletlerarası kuruluşlarla paydaş olarak projeler yürütmektedir. Yeryüzü Doktorları ayrıca BM En Az Gelişmiş Ülkeler STK Forumu'nun ev sahibi ülke koordinatörlüğünü de yürütmektedir. Kurulduğu günden bu yana 30'u aşkın ülkede fakirlik, kuraklık, hastalık, savaş, deprem gibi doğal ve insan kaynaklı afet ve felaketlerin kurbanı olan muhtaç insanlara, insani ve tıbbi yardım götürmüştür. Dünya çapında 3.000'i aşkın gönüllüsü ile faaliyetlerini sürdüren Yeryüzü Doktorları Türkiye Yönetim Kurulu; Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman, II. Başkan Dr. Kerem Kınık, Genel Sekreter Prof. Dr. Ethem Güneren, Uz. Dr. Havva Sula, Ecz. Murat Akbıyık, Uz. Dr. Yahyahan Güney ve Ecz. Muhammed Karabacak'dan oluşmaktadır. isan 2000'de uluslararası tıbbi yardım örgütü olarak kurulmuştur. Birleşmiş Milletler ECOSOC Üyesi olan Yeryüzü Doktorları ayrıca İnsani Yardım Koordinasyon Ofisi (OCHA), Afet Yönetim ve Koordinasyon Ofislerinin (UNDAC) eğitim ve tatbikatlarına iştirak ederek, saha operasyonlarında adı geçen kuruluşlara akredite olarak çalışmaktadır. Bununla birlikte UNICEF, WHO, İslam İşbirliği Teşkilatı, Kızılay ve Kızılhaç Federasyonu gibi devletlerarası kuruluşlarla paydaş olarak projeler yürütmektedir. Yeryüzü Doktorları ayrıca BM En Az Gelişmiş Ülkeler STK Forumu'nun ev sahibi ülke koordinatörlüğünü de yürütmektedir. Kurulduğu günden bu yana 30'u aşkın ülkede fakirlik, kuraklık, hastalık, savaş, deprem gibi doğal ve insan kaynaklı afet ve felaketlerin kurbanı olan muhtaç insanlara, insani ve tıbbi yardım götürmüştür. Dünya çapında 3.000'i aşkın gönüllüsü ile faaliyetlerini sürdüren Yeryüzü Doktorları Türkiye Yönetim Kurulu; Başkanı Prof. Dr. M. İhsan Karaman, II. Başkan Dr. Kerem Kınık, Genel Sekreter Prof. Dr. Ethem Güneren, Uz. Dr. Havva Sula, Ecz. Murat Akbıyık, Uz. Dr. Yahyahan Güney ve Ecz. Muhammed Karabacak'dan oluşmaktadır. Merhaba , Nasıl zayıflanıra bakıyorsunuz ve size en güzel förmülü verecem, öncelikle bir diyetisyene gidin , hormonlarınıza baktırın,saglıgınız yerindeyse, günde en az bir saat spor yapın, doktorun verdigi diyete uyun artı, yediginiz yemegi yavaşça azaltarak diyete başlayın .Kendinize neyi nasıl yemeniz gerektigini ögretin , herzaman düzenli yemeye bakın, stersli oldugunuzda mutfaktan ve bakkaldan uzak durun ,spor yapın , bol bol su için.. Lütfen ama önce doktora baş vurun ve zayıflamayı gerçekten isteyin.Herşeyin başı iradenizdir,bu sayfayı okudugunuza göre interneti de kullanıyorsunuz buna göre bu internette siz yönelik zayıflama sporları ayrobik , videoları vardır , hiç yoktan her durdugunuz yerde belinizi döndürün, yerinizde yürür gibi adım atarak hareket edin vucunuz size neyi eriteceginizi gösterecektir, aynaya bakmayı unutmayın)))). Sağlık Bakanlığı, ramazan ayında beslenme şeklindeki değişikliğe bağlı yavaşlayan metabolizmanın fiziksel aktivite ile hızlandırılmasını önerdi. Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Seraceddin Çom,  yaptığı açıklamada, bir aydır tutulan oruç döneminde beslenme alışkanlıklarındaki değişiklikler sonucu, bu kişilerin metabolizma hızının yavaşladığını söyledi. Bu dönemde, beslenmenin yanı sıra fiziksel aktivite düzeninin de değiştiğine dikkati çeken Çom, oruç tutan kişilerin fazla enerji harcamamak ve iftar vaktinden önce acıkmamak için daha önce uyguladıkları egzersiz programlarını bıraktıklarını ifade etti. Çom, bu durumun diğer günlerden daha fazla beslenen, ancak hareketsiz kalan kişilerde kilo artışına neden olduğunu belirterek, “Böylece bireyler, enerji alımı ile harcaması arasındaki dengeyi sağlamakta zorlanmakta ve şişmanlama eğilimine girmektedirler” uyarısında bulundu. Ramazan ayı boyunca yavaşlayan metabolizmanın tekrar düzele .. Kimi zaman eşyalarımızı bir yerlere koyarız. Bir süre sonra eşyayı kullanmak isteriz, fakat bulamayız. Sanki yer yarıldı da içine girdi diye düşünürüz. Unutkanlık, bazı şeyleri hatırlayamamak zaman zaman herkesi zor durumda bırakır. Yaşın ilerlemesi ile birlikte bu durumun görülmesi sıklaşabilir. Yaşlandıkça kişilerde unutma, hatırlayamama oluşur. Ayrıca gençlerde de bu durum görülebilir. Genç yaşta bu durumun görülmesinin başlıca nedeni stres olabilir. Stres, gerginlik, sürekli bir şeyler düşünmek bir süre sonra unutkanlığa neden olur. Beyindeki düşüncelerin yoğun olması, günlük hayatta sık karşılaşılan şeylerin unutulmasına davetiye çıkarır. Tabii unutkanlığı engellemenin bazı yolları vardır. Çeşitli şifalı bitkiler, bulmaca çözmek unutkanlığa iyi gelen başlıca yöntemler arasındadır. Unutkanlık İçin Tedavi Yöntemleri  Günlük hayatta konsantre kaybı, bazı şeyleri hatırlayamamak birçok kişinin başına gelen olaylardır. Bir süre sonra bu durumlar geçer ve kişiler eskisi gibi olur. Fakat bazı şeyleri hatırlayamama durumunun ilerlemesi ile zamanla alzheimer rahatsızlığı görülebilir. Bu durumun görülmemesi için, hafızayı güçlü tutmakta, çeşitli şifalı bitkilerden yararlanmakta fayda vardır. Zihin yorgunluğu, unutkanlık vealzheimer tedavisi için çok eski yıllardan beri kullanılan başlıca bitki biberiye bitkisidir. Biberiye, zayıflamadan tutun da unutkanlığa kadar birçok tedavi amacıyla kullanılır. Antik çağlarda Yunanlılar ve Romalılar biberiye çiçeklerini su içinde kaynatır ve kaynayan suyun buharını teneffüs ederlermiş. Adaçayı da zihin yorgunluğunu gideren bitkiler arasındadır. Kurutulmuş adaçayı yapraklarından hazırlanan şifalı çay düzenli olarak tüketilirse hafızayı güçlendirir. Ceviz de birçok kişi tarafından bilinen ve beyne şifalı, unutmayı engelleyen bitkilerden biridir. Cevizin kabuğunun içindeki yenen kısmının şekil olarak beyni andırması da ilginç bir tesadüftür. Unutkanlığı önlemek için her gün 2-3 adet ceviz tüketmenizde yarar var. Badem de ceviz gibi bu rahatsızlığa karşı faydalı bitkiler arasındadır. Badem beynin canlılığını korur, zihni rahatlatır. Her gün düzenli olarak elma tüketmenizde de yarar vardır. Elmada bulunan B vitamini, fosfor gibi maddeler hafızayı güçlendirir. Soğan ve sarımsak da kan dolaşımını güçlendirerek unutkanlığı önlemeye yardım eder. Balık da yüksek fosfor içeriği nedeniyle zihni rahatlatır, beyni güçlendirir. Düzenli olarak balık tüketmek hafıza kaybını önler. Üzüm, portakal ve incir gibi fosfor içeriği yüksek meyveler de hafızayı güçlendirir. Hafızası zayıf olan kişiler fosfor içeriği yüksek olan yiyeceklerden tüketmelidir. Kimyon tohumları da hafızayı güçlendiren bitkiler arasındadır. Bir çay kaşığı kimyon tohumu iki çay kaşığı bal ile karıştırılarak her sabah tüketilirse hafızayı güçlendirici etki yapar. aksefasi.tr.gg/unutkanl%26%23305%3Bk-i%E7in-%E7areler-bitkisel.htmYine bir çay kaşığı balın içine yarım çay kaşığı karabiber atın. Sabah akşam bu karışımı yeyin. Karabiber ve bal ile de hafızanızı güçlendirmeniz mümkündür. Bu şekilde unutkanlık giderilebilir. Fındık da düzenli olarak yenilirse unutkanlığı giderir. Yumurta sarısı da fosfor açısından zengin olduğu için haftada 2-3 kez tüketmek gerekir. Süt ve peynir, yoğurt yada ayran gibi süt ürünleri tüketmek özellikle hafızayı güçlendirmek açısından oldukça yararlıdır. Beyin sağlığı için bolca süt ve süt ürünleri tüketin. Kuru üzüm de fındık, ceviz gibi yiyecekler ile birlikte tüketilebilir. Kuru üzüm hafızayı kuvvetlendirmeye yardım eder. Tüm bu şifalı yiyeceklerin yanında, düzenli uyku ve dinlenmek de rahatlamayı sağlar. Rahatlamak da hafızanın rahatlamasına ve güçlenmesine yardım eder. Ayrıcaunutkanlık döneminde meditasyon yapılarak da rahatlama sağlanabilir. Ayrıca düzenli spor da iyi gelecektir. Bulmaca çözmek de unutkanlığa karşı alınan bir önlem gibidir. Bulmaca çözen kişiler de alzheimer gibi hastalıklara daha az yakalanıldığı ortaya  Unutkanlık İçin Bitkisel Tedavi      alıntı Sarmısak Yağı Nasıl Yapılır, Su çekilinceye kadar kaynatıldıktan sonra ateşten indirilir. Elde edilen posa bir tülbentle sıkıldıktan sonra süzülen sıvı, ağzı kapatılabilen bir kavanoza doldurularak serin bir yerde saklanır. Sarımsak Yağı Nasıl Kullanılır  Elde edilen Sarımsak yağı, kemiklerdeki ağrıyı kısa zamanda giderir. Kemiklerin yumuşatılması ve kas ağrılarının giderilmesinde, hastalıklı alan rahatsızlık süresince sarımsak yağı ile sık sık ovulması faydalı olacaktır. Sarımsak Yağı, cilde devamlı olarak sürülmesi halinde cildin berrak ve parlak olmasını da sağlar.Ayrıca yaptığınız bu yağı çıkmayan kaşlarınıza kull anırsanız kaşlarınızın çıktığını göreceksiniz .   Sarımsak Yağı FaydalarıYazar: Elif Genç  Tarih: 19/1/2013 8Kategori: Şifalı Bilgiler  5.00 / 5 5 1 / 5 2 / 5 3 / 5 4 / 5 5 / 5 7  oy,  5.00  avro. değerlendirme ( % 99 puan) Sarımsak yağı, faydaları ile bilinir ve yüzyıllardır birçok ülkede kullanılır. Hatta bu şifalı sebze hakkında birçok şehir efsanesi de vardır. Bir efsaneye göre bu şifalı bitki vampirleri kovucu olarak kullanılır. Bazı insanlar vampirlerle ilgili çok araştırmalar yaparlar. Hatta günümüzde vampirlerle ilgili vampir günlükleri gibi ve daha birçok farklı isimde filmler yapılmaktadır. İşte çok eski zamanlardan beri bir inanca göre bu bitki vampir kovucu olarak kullanılmaktadır. Tabii bu sadece bir efsanedir. Taze olarak yemeklerde kullanılabildiği gibi salatalarda ve cacık gibi çok çeşitli yiyeceklerin de yapımında kullanılır. Ayrıca bu şifalı bitkinin baş kısmı yenilerek tüketilmesinin yanında baharat olarak da kullanılabilir. Pırasa ve soğan ile aynı familyanın sebzeleridir. Adı soğan ile birlikte ise sıkça anılır. Yağı ise ham olarak yada işlenmiş şekillere kullanılabilir. Daha önceki yazımızda bu şifalı bitkinin özelliklerinden, ana vatanından ve faydalarından bahsettik. Bu yazımızda ise özellikle sarımsak yağı, içerdiği maddeler ve faydalarından bahsedeceğiz. Ayrıca bu şifalı yağ saçlar için çok faydalıdır. Yazımızda bir de bu şifalı bitkinin yağının saçlar için faydasından bahsedeceğiz. Sarımsak Yağının Faydaları A1, B2, B6 ve C vitaminleri içerir. Ayrıca amino asitler, selenyum, demir, iyot, silisyum ve daha birçok mineral bulundurur. Eğer nefesinizin kokacağından endişe ediyorsanız artıksarımsak yağı kapsülleri de hizmetinizdedir. Bu kapsüller sayesinde hem bu şifalı yağın faydalarından yararlanacak hemde kokusuz bir nefes sahibi olacaksınız. Bu şifalı yağ solunum yolu enfeksiyonlarına karşı fayda sağlar. Bağırsaklarda solucan oluşması gibi bağırsak problemlerini önler ve çözüm sağlar. Özellikle çok eski zamanlarda savaş sırasında oluşan yaraların enfeksiyon kapmaması için yine bu şifalı sebzenin yağı kullanılırdı. Kolesterolü düzenlemesi de bu şifalı yağın faydaları arasındadır. Bağışıklık sistemini güçlendirir. Kalp dostudur, kalbi korur. Kalp krizi ve felç riskini azaltır.              Diyet yapanlar, bir türlü kilo veremeyenlerin adresi de yine bu şifalı bitkinin yağıdır. Bu yağ sayesinde kolaylıkla kilo verebilir ve ideal kilonuza kavuşabilirsiniz. Yani zayıflamak bu yağ sayesinde hayal değildir. Kötü huylu tümörlerin gelişimini engeller. Birçok kanser türüne karşı koruma sağlar. Yapılan bir araştırmaya göre kolon kanserini % 35 azalttığı ortaya koyulmuştur. Antioksidanlar açısından zengindir. Hazımsızlığı önler yani sindirim sistemini rahatlatır. Cilt hastalıklarını engeller. Aristo’ya göre bu şifalı bitki mükemmel bir tonik ve müshildir. Ayrıca amipli dizanteri rahatsızlığında da kullanılır. Sarımsak Yağının Saça Faydaları Cildimiz ve özellikle saçlarımız hepimiz için çok önemlidir. Eski zamanlarda bayanlar için daha önemli olan saç ve cilt güzelliği artık günümüzde erkeklerin de derdidir. Küçükten büyüğe hemen hemen herkes saçlarının güzel görünmesine dikkat eder. Saçların parlaklık kazanması, kabarmaması, uçlarının kırık görünmemesi herkes için çok önemlidir. Aslında görüntü dışında saçlarımızın dökülmemesi hepimizin başlıca isteğidir. Duştan çıktıktan sonra tararken saçlarımızın dökülmesini istemeyiz. Erkekler için de saç dökülmesi büyük sorundur. Saç dökülmesinin birçok sebebi vardır. Genetik kaynaklı dökülme başta olmak üzere çevresel faktörlerin de etkisi vardır. İşte bu mucizevi yağ sayesinde saç dökülmesinden kurtulabilirsiniz. Sarımsak yağı saç dökülmesi için oldukça etkili bir ilaçtır. Yağı uyumadan saç diplerinize sürdükten sonra sabaha kadar bekletip ertesi sabah şampuanlayarak yıkayabilirsiniz. Yıpranmış, güçsüz saçlarınıza da bu şifalı sarımsak yağı sayesinde yeniden parlaklık kazandırabilirsiniz. Zararları ve Yan Etkileri Bazı kan sulandırıcı ilaçlar ile birlikte kullanılması tavsiye edilmez. Ayrıca bu yağın çok uzun süre saklanması ve sonra kullanılması da sağlıklı değildir. ASpirin dünyanın en çok bilinen 2, markasıymış. Birincisi Coca Cola. Ülkemizde köy bakkallarında bile kolayca bulunan aspirin ağrı kesmek dışında kan sulandırmadan doğum kontrolüne kadar her alanda kullanılmış:) Kanı sulandırdığı tıp dünyası tarafından kabul edilmiş ,dogum kontrolu kanıtlanmış degil denemeyin Nerden çıktı bu aspirin konusu sabah gazete okurken gördüm, şampuanın içine atılan 2 – 3 aspirin saçda kepeklenmeyi önlüyormuş, çok ilginç deneyeceğim bunu Kaan’ın kepek sorunu var..Sonra aspirin sert turşuları yumuşatmak için kullanılıyormuş, tatlılara kullandığımız seker şerbetinin içine atılan 1 aspirin kristalize olmasını önlüyormuş, Şişe domatı yapanlar da aspirin kullanıyor , sivilclere karşı yapılan maskelere de kullanılıyor..daha başka..aklıma gelmedi bunlar hep duyum miş muş.. fakat benim bizzat şahit olduğum bir durum var ki .. Kızımın yüzünde düz siğilleri vardı , çok belirgin değildi ama canını çok sıkıyordu üstelik ne kadar elleme dokunma denilse de dağılmaya devam etti önce kremle tedavi sonra geçmezse yakarız dedi doktor…öyle de oldu pek çoğu bu şekilde bertaraf edildi ama bir kaç tane kalmış, bu işlemlerde uzun ve ağrılı üstelik iz bırakıyor birisi aspirini 2 damla suyla ez pamuklu çubukla sadece o siğillerin üzerine sür bırak kurusun sabaha kadar dokunmayın dedi aynen yaptık ve mucize gibi kayboldular üstelik hiç iz kalmadı..Aspirini herkes farklı kullanıyor ama ateşli çocuklarda kesinlikle kullanmamak gerek çok azda olsa aspirine alrejisi olan insanlar da var..tedbirli olmakta fayda var.. https://www.annekaz.com/aspirinin-faydalari.html https://suzyssitcom.com/2011/03/feature-friday-quilled-blue-and-white-china.html kaynaklarda biri,digerleride google kaynak TEK KULLANIMLIK KAGIT TABAKTAN EL BECERİSİ Ideias - Primavera dos Passarinhos - Pra Gente Miúda Fikirler - Birdies Bahar - Pra Gente Miúda alıntı kalıp afrika hayvanları süngerden ev ve bugday büyütme..Gente Miúda - Atividades para Educação Infantil alıntı saksılar dan güzel bir angaje Kalbe Giden Yol Yusuf ÜNAL   yunal@sizinti.com.tr  Sesli Dinle Beş yıl önceydi. Eşiyle gördüğü rüya ve emir telâkki ettiği bir tavsiye üzerinde istişare etmişler ve kararlarını vermişlerdi: Göç edeceklerdi. Nihat Bey, mühendis olarak çalıştığı bilgisayar firmasından ayrılmış; mimar olan eşi de elindeki projeleri tamamlayıp, iş hayatından elini-eteğini çekmişti. Mobilya ve beyaz eşyalarını, borçlarını henüz ödedikleri evlerini ucuz-pahalı demeden satmışlar; geride kalan diğer eşyaları da, muhitlerindeki fakirlere vermişlerdi. Eş-dost, hısım-akraba kim varsa, onları kararlarından vazgeçirmeye çalışmıştı: “Deli misiniz? Buradaki iş-güç, ev-bark bırakılıp yaban ellere gidilir mi? Nasıl yaşayacaksınız orada? Çocuklarınızı hangi okullarda okutacaksınız? Hem çocuk bekliyorsunuz…’’ Ama onlar, Mecnûn, Leylâ’yı bulmaya; Ferhat, dağı delmeye ne kadar kararlıysa, o kadar kararlıydılar. Evet, belki burada rahatları bozulacak, huzurları kaçacaktı; ama olsundu. Yumuşak döşeklerde, mükellef sofralarda da rıza aranmazdı ya.Kendilerini uğurlamaya gelenler arasında kimler yoktu ki? Aileleri, iş arkadaşları, gönül dostları, komşuları... Gelebilecek herkes Yeşilköy Hava Alanı’ndaydı o gün. Cenazeleri olsa, ancak o kadar insan toplanırdı.Nermin Hanım’ın babasıyla vedalaşması, orada bulunanları hüzünlendirmişti. Babası, Nermin’in iki elinden tutmuş ve gözlerinin içine baka baka şöyle demişti: “Kızım, gidip de dönmemek, dönüp de görmemek var. Şöyle doyasıya bakalım birbirimize...’’ Ama tamamlayamamıştı yaşlı adam sözlerini. O hiç sarsılmaz, ağlamaz sanılan adam ağlıyordu işte.Gittikleri diyarda onları karşılayacak kimseleri bulunmuyordu. Ne bir tanıdık, ne bir referans… Yanlarında bir buçuk can, iki valiz kitap, birkaç valiz eşya ve birkaç ay yetecek para…Önce uygun bir ev bulup yerleşmişler sonra da iş aramaya başlamışlardı. Aradan günler, haftalar hattâ aylar geçmiş; ama ne Nihat, ne eşi iş bulabilmişti. Kapısını çalıp borç isteyecek kimseden de mahrumdular. Bu çaresizlik içindeyken, Nermin’e, az buçuk tanışıp selâmlaştıkları komşusu, çocuğuna bakıcılık yapmasını teklif etmiş ve o da bunu kabul etmişti. Kendi bebeği Nisa henüz kundaktaydı; onunla birlikte başka bir bebeğe de bakacaktı. Bu hâdiseden birkaç hafta sonra Nihat da iş bulmuştu: Benzin istasyonunda pompacılık yapacaktı. Böylece aylar, aylara eklenmeye başlamıştı.Vatan hasreti, aile özlemi içten içe yakmaya, kavurmaya başlamıştı onları. Ara sıra ümitleri sönüyordu. Ama uzun ömürlü olmuyordu böyle anlar. Böyle zamanlarda gözlerinin önünde, ‘ağlayan bir adam’ silueti beliriyor ve: “Onlar benim imanımı artırıyorlar.’’ diyordu. Hâl böyleyken geri dönmek olur muydu?Vize alırken yaptıkları sözleşme gereği, beş sene boyunca bulundukları ülkeden ayrılamayacaklardı. Hasretlerini yüreklerine gömmüş, ‘sabır!’ demişlerdi.Geçen zaman içinde Nermin birkaç çocuğun daha bakıcılığını üstlenmişti. Aileler ona güveniyorlardı. Hattâ bazen çocuklarını almaya gelen ebeveynleri eve davet ediyor; hazırladığı börekleri, çörekleri, pasta ve tatlıları onlara ikram ediyordu. Nermin’in yemekleri çok beğeniliyordu, hattâ bazıları ondan yemek yapmayı öğreniyordu. Yeme, içme faslında yapılan sohbetlerle diyaloglar ilerliyordu.Nermin izzet-ikram işini gün geçtikçe ilerletmişti. Bakıcılığını üstlendiği çocukları ve ailelerini özel günlerinde (doğum günü, evlilik yıl dönümü) evine yemeğe davet ediyordu. Ramazan ayındaysa tanıdıklarını iftara çağırıyordu. Hâliyle iftar sofralarının konusu oruç oluyordu. İnsanlar, bir şey yiyip içmeden, akşama kadar durabilmeyi, hem de bunu otuz gün sürdürebilmeyi anlamakta zorlanıyorlardı. Ama bu insanlar zamanla buna alışmışlardı. Çoğu iftara geleceği gün -Müslüman olmamasına rağmen- oruç tutmaya, orucun kazandırdıklarını tecrübe etmeye başlamıştı. Sonraki yıllarda iş tersine dönmüş ve Ramazan ayını dört gözle bekleyen bu insanlar, onları iftara çağırır olmuşlardı. Bir gün Nermin Hanım’la Nihat Bey’in aklına yemek kursu açma fikri geldi. Bunu fiiliyata geçirmek zor olmamıştı. Zaten mutfakları bu iş için kullanılıyordu. Geriye sadece adını ‘kurs’ koymak kalmıştı: ‘Türk Yemekleri Kursu.’ Nermin Hanım aşçıbaşı, Nihat Bey yamaktı. Sekizine giren Tarık’ın elinden de artık bazı işler geliyordu. Kurs çeşitli hayırlara vesile olmuştu. Bu sayede onlarca insanla tanışmış, kendilerini tanıtma imkânı bulmuşlardı. Aralarındaki sevgi-saygı, çocuklarına gösterdikleri itina ve dinî vecibeleri yerine getirmedeki hassasiyetleri kursiyerlerin dikkatini çekmişti. Kursiyerler, İslâmiyet’le ilgili soru soruyor, cevapları da saygıyla dinliyorlardı.Sohbetin yönü bazen Anadolu’ya kayıyordu. Evin muhtelif yerlerine çerçeveletilip asılan Türkiye’nin çeşitli güzel yerlerinin fotoğraf ve kartpostallarını gören kursiyerler, bu güzel yerleri yakından görmeyi çok arzuluyordu. Bu mülâhazalarla Türkiye’ye ziyaret organize edildi.…Uçağa bineli altı saat olmasına rağmen, zihninde uçuşan bir sürü düşünce sebebiyle Nihat bir türlü uyuyamamıştı. Gurbeti vatan belleyen çocukları, rüya ülkesini gezinmeye çoktan başlamışlardı. Kocasının sol tarafında oturan Nermin enginlere dalmıştı, istikbâle uzattığı merdivene tırmanmaya çalışıyordu. Hava alanında kendilerini bekleyen manzaralarla süslüydü basamaklar. Annesi onları nasıl karşılayacaktı? Çocuklarını tanıyabilecek miydi? Nisa gurbette doğduğundan, annesi onu hiç görmemişti. Beş yıl aradan sonra ne hissedecekti? Ya kendisi? Ne diyecekti annesine? Nasıl teselli edecekti onu? Gözünde o sahne canlandıkça ayakları geri gidiyordu; ama yüzleşecekti mecburen. Gittiklerinden bir sene sonra almışlardı babasının vefat haberini. Bağrına taş basmıştı. Şimdi gitmeli ve babasının kabrinin başına dikmeliydi o taşı.İki sene evvel ağabeyi kalb ameliyatı olmuştu. Hep iyiyim diyordu telefonda. Ama sesi pek inandırıcı gelmiyordu. Kız kardeşi geçen yıl evlenmiş ve bir çocuğu olmuştu. Adını Nermin koymuşlardı. Her dakika ailelerine bir adım daha yaklaşıyorlardı. Birkaç saat sonra ülkelerinde olacaklardı. Vuslat yaklaştıkça Nermin Hanım’ın içinde tarifi imkânsız duygular dönüp duruyordu. Nermin düşüncelerinden ön sıralardaki bir bayanın, yanına gelmesiyle sıyrılabildi. Gözlerindeki nemliliği fark eden bayan onu yalnız bırakmak için geri dönüyordu ki, Nermin elinden tuttu. Elinin tersiyle gözlerini silerken, kadına: “Beş yıldır ilk defa ailemi göreceğim de… Beni nelerin beklediğinden emin değilim.’’ diyebildi.Yanına gelen bayan elindeki katalogu göstererek: “Buraya da gidecek miyiz?’’ dedi. Gösterdiği Mevlâna türbesiydi. “Evet” dedi Nermin. “Yeterince vaktimiz olacak. On beş gün boyunca adım adım gezeceğiz Anadolu’yu.’’ Yemek kursuna katılanlardan on altı kişi onlarla Anadolu’nun camilerini, güzelim insanlarını, tabiî güzelliklerini görmeye geliyorlardı. On beş günlük tatillerinin tamamında misafirleriyle beraber olacak, vakitlerini onları gezdirerek geçireceklerdi.Hava alanına onları karşılamaya kalabalık bir grup gelmişti. “Yavrum!’’ diyerek kendisine ulaşmaya çalışan yaşlı annesini görünce Nermin’in dizlerinin bağı çözüldü. Annesinin yanı başındaki ağabeyi sıhhatli görünüyordu. Kerime, kızını gösteriyordu ablasına…Bir düğünlerinde olmuştu böyle konvoy, bir de şimdi... Yabancı misafirler böyle bir ilgi beklemedikleri için şaşkındılar. Konvoy, İstanbul’un caddelerinden hızla akarak evlerine ulaştırdı onları.…On beş gün göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti. Beş sene öncesi gibi dönüyorlardı yine. Bu sefer onları uğurlamaya daha kalabalık bir grup gelmişti. Ama engellemek isteyen yoktu.Nihat Bey’le Nermin Hanım’da pişmanlıktan eser yoktu. Vakıa, gözleri yaşlıydı. Bakışları hüzünlüydü. Fakat başka bir şeydi bu… Bilerek, isteyerek, şevkle koşuyorlardı vazifelerinin başına.Onları hicret mahallerine yeniden götürecek olan uçak gürültüyle havalandı. Nihat, kendisine bakan eşine: “Değdi mi Hanım?’’ dedi. Her şeyi terk edip sıfırdan başlamaya değdi mi? Çektiğimiz bunca sıkıntıya değdi mi? Nermin, yan koltukta oturan misafir çifti işaret etti: “Değmez mi hiç? Görmüyor musun Anna’yla eşini? Bak, merakla Yusuf Aleyhisselâm’ın kıssasını okuyorlar.” Biraz sonra Anna’nın eşi Tomy heyecanla Nihat’in yanına gelip, “Buldum! Buldum Nihat Bey!” diye seslendi. “Adımı buldum. ‘Yusuf’ olsun benim adım da…’’ Nihat hıçkırıklarına hâkim olamıyordu. Vatandan ayrılışa değil, hicretin meyvesine ağlıyordu. İnsan vücudunun büyük bölümü kıllarla kaplıdır. Kıllar görünüm yanında vücudun ısı dengesinin korunmasında da rol oynarlar. Gebeliğin 2. ayından itibaren üst dudak, kaş ve yanakta ilk kıl tomurcukları görünmeye başlar. Bu tomurcuklanmalar hücre kümeleri şeklinde olup 4. aydan itibaren tüm vücut yüzeylerine yayılarak artarlar.Normal bir erişkin insanda ortalama olarak 5.6 milyon civarında kıl bulunur. Bazı insanlarda kılların normalden fazla olmasına Hirsitismus denir. Kılların doğuştan yokluğuna Atrichie denir.Tamamen saçla kaplı bir başta ortalama 100.000 adet saç vardır. Bir saçın ortalama ömrü 2-7 yıl arasındadır. Bu süre sonunda saç kökünden yeni bir saç çıkmaya başlar ve eski saç dökülür. Saç Nedir? İnsan saçı keratin denen bir proteinden oluşur. Keratin tırnakta da bulunan dayanıklı bir maddedir. Saç epidermis denen derinin en dış tabakasının eldiven parmağı gibi deri içerisine uzanarak oluşturduğu bir kılıf içinden çıkar. Bu kılıfa dış kılıf adı verilir.Bununla saç gövdesi arasında iç kılıf bulunur. İç kılıf ile kıl arasında kütiküla bulunur. Kılı çevreleyen bu katmanlar bir arada deri içlerine uzanarak bir topuz oluştururlar. Buna bulbus (soğancık) denir. Saç Dökülmesi / KELLİK Kellige yol açan temel faktör Israilli bilim adamlari, kellige yol açan temel faktörü belirledi. Journal of Investigative Dermatology dergisine göre, Israil Teknoloji Enstitüsü bilim adamlari, gelecekte uygulanabilecek bir terapiyle, vücudun savunma sistemini harekete geçirerek saç dökülmesini önleyebileceklerini açikladi. Kafa derisinde bir veya daha fazla küçük yuvarlak ve yumusak kelliklerin meydana gelmesiyle baslayan hastaliga etkili bir tedavi uygulanamadigi ve hastaligin vücuttaki bütün killarin yok olmasina neden oldugu belirtiliyor. Hastaligin, vücuttaki beyaz hücrelerin, deride saç büyümesini saglayan hücrelerin bulundugu küçük keseciklere saldirmasiyla basladigi biliniyor. Arastirmacilar, insandan aldiklari hastalikli deri parçasini, bagisiklik sistemi yok edilmis farelere asiladi. Bu sekilde farelerin bagisiklik sisteminin dokuyu reddetmesi önlendi ve hastalikli deride tekrar saç büyümesinin basladigi gözlendi. Daha sonra insan T hücrelerini, saça renk veren hücrelerden alinan protein parçalariyla karistirarak farelere enjekte eden uzmanlar, hastalikli deride saç dökülmesinin tekrar basladigini saptadi. Bilim adamlari, protein parçalarinin antijen gibi davranarak bagisiklik sistemini saldiriya geçirdigini düsünüyor. Simdiye kadar sadece steroitle tedavi yoluna gidilen hastaligin tamamen iyilestirilemedigini belirten uzmanlar, steroitin yan etkisinin de bulunduguna isaret ediyor. Saç dökülmesi herkesin sorunu Kadinlarin yüzde 40'i, erkeklerin ise yaklasik yüzde 50'si yasamlarinin bir bölümünde saç dökülmesi sorunu yasiyorlar. Ankara Üniversitesi Dermatoloji Anabilim Dali Ögretim Üyesi Prof.Dr. Cengizhan Erdem, kadin ve erkeklerde saç dökülmelerinin en sik rastlanan nedeninin, androjen (erkeklik) hormonlari, yas ve genetik özellikler sonucu ortaya çikan (Androgenetik) saç dökülmeleri olduguna dikkati çekti. "Kadinlarin yüzde 40'i, erkeklerin ise yaklasik yüzde 50'si, yasamlarinin bir bölümünde bu tür saç dökülmesi ile karsi karsiya kalirlar" diyen Prof. Dr. Cengizhan Erdem, 40-50 yaslari arasinda her 10 erkekten 4'ünde belirgin bir saç kaybi bulundugunu, androgenetik saç dökülmesinin 10'lu, 20'li ya da 30'lu yaslarda da baslayabildigini kaydetti. Saç dökülmesi hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilir. Erkeklerde daha sık olarak görülen saç dökülmesi, 25 yaşına kadar erkeklerin %25'ini, 40 yaşına kadar %40'ını, 50 yaşına kadar %50'sini etkiler. Saç dökülmesinin tedavisine geçmeden önce, saç dökülmesinin tipi mutlaka bir uzman hekim tarafından incelenmelidir. Zira bir çok hastalık, bir çok hormonal, metobolik ve besinsel etkiler ile saç dökülmesi oluşabilir. Bunlar ortadan kaldırılmadan %100 tedavi hiçbir zaman mümküm olmaz. Dökülme ve tedavisi Stres, yorgunluk, ilaç kullanimi, hamilelik, menopoz, kalitimsal sorunlar, mevsim degisiklikleri gibi sorunlar saç dökülmesinin nedenleri arasinda gösterilebilir. ERKEK Erkeklerde saç dökülmesi daha çok hormonal sorunlardan kaynaklanir. Çok daha hizli seyrettigi için tedavide çabuk davranmak esastir. Çünkü saç dökülmesine sebep olan enzimler, normalde 3-4 yil olan saçin yasam süresini 1-2 yila indirir. Bu yüzden yeni saçlarin olusum süreleri kisalir ve onlar da saglikli olmaz. Bu sürecin sonucunda saç dokusu giderek güçsüzleşir ve sonunda ölür. Erkeklerde saç dökülmeleri önlemek için lokal tedaviler, uygun vitaminler ve ek olarak stresi azaltacak ilaçlar tercih edilir, hormon tedavisi ise özel durumlar disinda önerilmez.. KADIN Kadinlardaki erkek tipi saç dökülmesi çogunlukla 18-44 yaslari arasinda görülür. Dökülmeyi baslatan nedenin temelinde genellikle büyük bir stres ya da gerginlik yatar. Ilk belirtileri saçlarin güçsüzlesmesi, incelmesi ve tepeden yavas yavas baslayan dökülmelerdir. Ancak kadinlarda erkeklerdeki gibi tam bir kellik çok nadir görülür. Saç dökülmesinin yani sira deride yag bezlerinin çalismasini bozan bir hastalik görülebilir. Bu durumda bir hormon ölçümü yaptirmaniz gerekir. Kellik sorunlarina karsi günümüzde saç ekimi operasyonlari basariyla uygulaniyor. Basin bir bölümünden alinan saçlarin eksik olan bölgeye transferi olarak anlatabilecigimiz bu cerrahi islemden günümüzde oldukça basarili ve kalici sonuçlar elde ediliyor. ISIRGAN OTU Bildiğimiz ısırgan otu da, piyasadaki bir çok doğal saç ilacının içinde bulunur. Erkeklik hormonu testosteron'un erkek tipi saç dökülmesine neden olan dehidrotestosterona (DHT) çeviren 5-Alfa-Reduktase enzimini bloke etmeye yardımcı olur. Isırgan otu, bazı herbalistler tarafından Saw Palmetto'dan da daha güçlü bir DHT -blokeri olarak kabul edilir. Ne varki, ısırgan otu da saw palmetto gibi bazı ilaçlarla ters etkileşim yapabilir. Tansiyon ilaçları, diyabet ilaçları veya sakinleştirici ilaç kullanıyorsanız ısırgan otu almadan mutlaka doktorunuza danışın. Ancak Saw Palmetto dan farklı olarak, saç dökülmesinden muzdarip kadınlar da ısırgan otlu saç ilaçları kullanabilirlar. ÇİNKO Hayvanlar üzerinde yapılan deneylerde, çinko takviyesi yapılan hayvanlarda tüylenme/kıllanma gözlendiği, çinkosuz bir diyetle beslenen hayvanların ise tüylerinin döküldüğü gözlendi. Yeteri derecede çinko alınmadığında saç protein yapısında değişiklik olduğu keşfedildi. İnsanlarda önemli miktarda çinko noksanlığının saç dökülmesi ve kafaderisinde problemlere yol açtığı, yeterli çinko takviyesi yapıldığında bu durumun da tersine döndüğü görülmüş. Çinko da yine saçların kırlaşmasını durduran minerallerden biri. Bir yıl boyunca çinko alan bir doktor, kırlaşmış saçlarını yeniden eski rengine döndürmeyi başarmış. Buğday en zengin çino kaynaklarından biridir. Yine çinko açısından zengin olan besinler: kabak çekirdieği, istiridye, midye, karides, yumurta sarısı. İşte evinizde yetiştirebileceğiniz,veyahut etrafınızda yetişen hastalıklarınıza çare olacak 10 şifalı bitki: NOT.Lütfen bitkileri kullanacaksanız birçok araştırmadan ve hekiminize başvurmadan kullanmayınızz,bir yanınızı iyleştirirken başka yerinizden olmayın. sarıpapatya: Hazımsızlık ve koliği hafifletiyor, tansiyona ve cilt tahrişlerine iyi geliyor . Kirpiotu: Bağışıklık sistemini destekliyor, soğuk algınlığı ve gribin şiddetini azaltıyor. Hercai Menekşe: Anti-inflamatuar özelliklere sahip olan bitki, egzama ve cilt kızarıklıklarına iyi geliyor, balgamı söktürüyor. Lavanta: Sakinleştiriyor ve gevşetiyor, ağrıyı hafifletiyor, kesiklere ve çürüklere uygulanınca antiseptik görevi görüyor. Oğulotu (Melissa): Sinire bağlı tansiyonu ve bunalımı yatıştırıyor, uykuyu artırıyor. ALTA KADİFE ÇİÇEGİ Kadife çiçeği: Güneş yanıkları, akne ve lekelere iyi geliyor. Ülserleri ve sindirim problemlerini hafifletiyor. Nane: Hazımsızlık, gaz ve baş ağrısına iyi geliyor. Biberiye: Hafızaya ve konsantrasyona yardımcı oluyor, ruhsal durumu iyileştiriyor ve nefesinizin güzel kokmasını sağlıyor. Adaçayı: Öksürüğe, soğuk algınlığına, ateş basmasına ve kan göllenmesine iyi geliyor. Sarı kantaron: Antidepresan olarak görev yapan bitki cildin iyileşmesini destekliyor LEYLAK (Syringa) Leylakların açma süresi kısadır. Mayısta üç hafta kadar sürer.Yine de eşsiz kokulu çiçekleri unutulmaz bir güzelliktir. Leylaksız bir bahar düşünülemez. Bitki çalı veya ağaççık tarzında büyütülür. Çit bitkisi olabilir. Boyu 4 metreye ulaşır. Her türlü toprakta kolayca yetişir. Güzel çiçek açması için bol güneşli bir yere dikilir. Katmerli ve yalınkat cinsleri vardır. Meşhur leylak renginden başka pembe, beyaz ve ebrulileri de vardır. BUDAMA: Çiçekleri geçtikten hemen sonra zayıf veya kör dalları, bir de çiçekli dalların uçları alınır. FİLBAHAR (Philadelphius) Filbahar çok tanınmış bir çiçekli çalıdır. Mayıs-haziran ayında açan beyaz çiçekleri özellikle geceleri nefis kokularını çok uzaklara yayar. Kokusu portakal çiçeğine benzediği için “yalancı portakal” da denir. Çit olarak da kullanılabilir. Her türlü toprakta kolayca yetişir. Güneşi ve suyu sever. Katmerlileri dahil epey çeşidi vardır. Bazılarının çiçekleri kokmaz. Alırken buna dikkat etmelidir. Kökünden ayrılan dalları veya çeliklerinden kolayca yetişir. BUDAMA: Çalısı zamanla 3 metreden fazla uzayıp, çok sıklaşır. Bu istenmiyorsa çiçekleri bittikten hemen sonra bir şekil ve seyreltme budaması yapılabilir. Çiçek açan dalları kısaltılır. Eski gövde dallarından bir kısmı kesilir. AĞAÇ MİNESİ (Lantana) Akdeniz bitkilerinden yaprak döken bir çalıdır. Ebruli çiçekleri mine çiçeğine çok benzer. Tüylü yaprakları oğuşturulduğunda hoş olmayan bir koku verir.Sıcak ve kuru havaya çok dayanıklıdır. Sahil bahçelerinde de güzel yetişir. Çok soğuk yerlerde kışın kapalı ama ısıtılmayan bir yere alınmazsa bitkinin üst gövdesi tamamen kuruyabilir. Neyse ki çoğu zaman kökünden yeniden sürer. Ilıman iklimlerde bir şey olmaz. Bitki baharda yeşerir ve mayıs ayından sonbahara kadar sürekli çiçek açar. Çiçekleri yaşlandıkça renk değiştirdiği için aynı bitkide farklı renklerde çiçekler bulunur. Sarı, portakal, kırmızı ve pembe renkleri mevcuttur. Ağaç Minesi 1,5-2 metre boylanabilir. Biraz kum ve bol gübre katılmış iyi drenajlı bir toprağa dikilir. Güneş veya hafif gölgede yetişir. Saksıya da dikilebilir. Normal sulanır. BUDAMA: Şart değildir. Bahara doğru istenirse biraz kısaltılır. Kuruları ayıklanır. ORTANCA (Hydrangea) Ortanca en gösterişli ve sevilen yaz çalılarındandır. Sık ve parlak yaprakları, bir çok minik çiçekten oluşan kocaman çiçek kafalarıyla tek başına bir bahçeyi bütün yaz şenlendirmeye yeter. Çiçekleri geNELDE pembe beyaz veya kırmızı olmakla birlikte asitli topraklarda renkleri lila, mor ve maviye dönüşerek çok hoş bir renk armonisi meydana getirir. Alkalinli topraklarda ise çok zengin pembe tonlarına bürünür. Mavileşmeyi suni yoldan sağlamak için toprağına “aliminyum sülfat” karıştırılır. Bu mavi toz, baharda bahçe malzemesi satan yerlerde bulunur. Çivit eritilmiş suyla sulamak veya toprağa çam iğneleri karıştırmak da bir nebze renk değiştirmeyi sağlar. Haziranda açmaya başlayan ortanca çiçekleri uzun ömürlüdür. Çiçekler yaz sonuna doğru solmuş bile olsa sonbaharda tekrar kızararak hoş bir manzara arzeder.Bitki yapraklarını çok geç döker. Geçmiş çiçekler kışın üzerinde bırakılmalı,ancak budanırken kesilmelidir. BUDAMA: 1-1,5 metre boylanabilen ortanca Şubat-mart ayında tomurcuklarını gösterince budanır. Her dal 50 cm. üzerinden, sağlıklı bir çift tomurcuğun yarım cm.yukarısından kesilir. Çok sıklaşmış fidanlardan birkaç eski dal alınır,kuruları temizlenir. Bu sırada toprağına yanmış gübre v              Ortancanın bu çok bilinen (Hydrangea macrophylla) cinsinin dışında farklı cinsleri de vardır. Bazıları: (Hydrangea paniculata) Çin orijinli bu cins leylak çiçeklerini hatırlatan salkımlar halinde beyaz çiçekleri olan, 3-4 metre yüksekliğinde bir çalıdır. Çiçekler yaz sonuna doğru pembeleşir. Kuru çiçek aranjmanları için uygundur. Bitkinin fazla büyümesi istenmiyorsa her yıl mart ayında bütün dalları 3-4 göz üzerinden budanır. Yeni çıkan dalları bol çiçek verir. Bütün ortancalar humuslu toprağı sever.En iyi yarı gölgede yetişirler. Güneşli bir yere de dikilebilir ama bu durumda aşırı su ister. Yaz aylarında ortancaların etrafına çam iğneleri, kuru yaprak veya kompostla malç yapılır.Yani toprak örtülür. Böylece su ihtiyacı azalır ve toprak besince zenginleşir. Ortanca kök sürgünü veya çelikleri ilkbaharda dikilmek suretiyle kolayca çoğaltılır. ULEKS (Ulex) Uleks kumlu taşlı toprağı olan ve bol güneş alan bahçeler için mükemmel bir çalıdır. Zengin ve nemli toprakta yetişmez. 2 metreye ulaşan sık çalısı mart-mayıs aylarında parlak sarı çiçeklerle donanır. Uleks çıplak köklü tutmaz. Mutlaka saksı içinde alınmalıdır. BUDAMA: Çiçekleri geçtikten hemen sonra hafifçe budanır. ILGIN (Tamarix) Hoş kokulu minik pembe çiçeklerle kaplı sarkık dalları uzaktan bakılınca tüylerle kaplıymış hissini verir. Nazik görünüşüne rağmen kolay yetişir. Rüzgârlı sahil bölgeler ve yamaçlar için idealdir. Hatta bazı cinsleri rüzgâr perdesi olarak yetiştirilir. Mayıs veya ağustos ayında açan farklı cinsleri mevcuttur. Bol güneş alan hafif topraklarda iyi yetişir. Boyu 3,5 metreye kadar uzayabilir. BUDAMA: Mayısta açan cinsi çiçekleri geçtikten hemen sonra derince budanır. Çiçek açan bütün dalları dipten kesilir. Ağustosta açan cinsi ise mart ayında bir yıl önceki bütün dalları kesilerek budanır. Hebe (Hebe-Veronica) Farklı türleri olan herdem yeşil bir çalı bitkisidir. Haziran –kasım arası açan mor-beyaz çiçekli bodur cinsi daha çok bilinir. Sahil bölgeleri için idealdir. Tuza ve sisli havaya dayanıklıdır. Uzun süren çiçekli dönemi ve kolay yetişmesiyle her bahçede yer bulabilen zarif bir çalıdır. Güneş veya hafif gölgede yetişir. Toprağı iyi drenajlı olmalıdır. BUDAMA: Şart değildir. İstenirse mart ayında soğuktan zarar görmüş veya fazla uzayıp sarkmış dalları kesilir. KANARYA GÜLÜ (Kerria) İsmine rağmen gül cinsi değildir. Çok sevilen ve gayet kolay yetişen bir çalı bitkisidir. Kanarya gülü nisan-mayıs aylarında pompona benzer katmerli sarı çiçeklerle donanır. Yaz ve sonbahar boyunca da ara sıra çiçek açar. 1,5 metre boylanan bitki güneş veya yarı gölgede yetişir. Yalnız fazla rüzgârdan hoşlanmaz. Yalınkat çiçekli bir cinsi daha vardır.Toprak açısından seçici değildir. Çoğaltması kolaydır. İlkbaharda köklü bir dal çıkarılarak dikilir. BUDAMA: Haziran sonunda çiçek açmış dalları kesilerek budanır. Hamamelis Hamamelis kış aylarını güzelliğiyle aydınlatır. Gösterişli tüylü sarı ç,içekleri aralıktan şubat sonuna kadar yapraksız dalları donatır.Bu çiçekler nefis, tatlı bir kokuya sahiptir. Güzel kokusu ve görünüşü için ara sıra birkaç dal kesilerek vazo çiçeği olarak kullanılabilir. Bakım istemeyen ve kolayca yetişen hamamelis genişçe bir yere ihtiyaç duyar. Zamanla enine ve boyuna 3 metre büyüyebilir. Güneşli veya hafif gölge bir yerde yetiştirilir. İyi drenajlı herhangi bir bahçe toprağı yeterlidir. BUDAMA: Şart değildir. Çiçekleri geçtikten sonra istenmeyen dalları kesilebilir. FUNDA (Erica) Süpürge çalısı da denilen funda ilginç herdem yeşil bir çalıdır. Farklı zamanlarda çiçek açan bir çok cinsi mevcuttur. Dikkatle yapılacak bir çeşit seçimiyle yıl boyunca çiçekli kalan bir funda grubu meydana getirmek mümkündür. Bitki boyu cinsine göre 60 cm. den 4 metreye kadar değişir. Bazı cinsleri ise yer örtücü olarak kullanılır. Çiçekleri beyazdan koyu kırmızıya kadar bir çok tonda olabilir. Funda iyi drenajlı ve bol güneş alan yerlerde yetişir. Dikim sırasında kompost eklenir.Yazın bitkinin etrafındaki toprak malçla örtülür. Çoğaltmak için, dalları toprağa hafifçe gömülür. Köklenince dikkatle ayrılarak başka yere dikilir. BUDAMA: Çiçekleri solduktan sonra yaşlı dallara dokunmadan hafifçe budanabilir. ESKALONYA (Escallonia) Bu parlak yapraklı herdem yeşil çalı özellikle özellikle sahil bölgelerinde mükemmel bir çit bitkisi olarak kullanılır. Tek başına da yetiştirilebilir. Demetler halinde açan pembe,beyaz veya kırmızı çiçekleri haziran ayından sonbahara kadar üzerinden hiç eksik olmaz. Boyu 2 metre civarındadır. Toprak açısından seçici değildir. Güneşli veya yarı gölge bir yerde yetişebilir. BUDAMA: Sonbaharda çiçek açmış dalları budanır. Çit olarak yetişenler de bu mevsimde budanır. Pittosporum Özellikle ılıman sahil bölgelerde mükemmel yetişen herdem yeşil bir çalıdır. Tek başına veya çit olarak parlak yeşilliğiyle çok güzel bir manzarası vardır. Nisan-mayıs aylarında açan krem rengi çiçekleri nefis bir kokuya sahiptir. İyi drenajlı, kuytu ve güneşli yerler Pittosporum için uygundur. Boyu zamanla 3-4 metreye ulaşır. Ancak büyümesi yavaştır. BUDAMA: Şart değildir. Kuru veya istenmeyen dalları çiçekleri solduktan sonra budanabilir. HOR ÇİÇEĞİ Baharın ilk müjdecilerinden olan forsythia mart ayında parlak sarı renkli çiçeklerle donanır. Yaprakları çiçekler döküldükten sonra çıkar. Çit bitkisi olarak veya tek başına kolayca yetişir. Boyu zamanla 2,5 metreye ulaşır. Güneşli veya hafif gölge yerlerde yetişir . İyi drenajlı herhangi bir bahçe toprağı yeterli olur. Sonbaharda çelikleri dikilmek suretiyle veya toprağa uzatılarak köklendirilen dallarıyla çoğaltılır. BUDAMA: Forsythia derin budanmamalıdır. Aksi takdirde bir sonraki mevsimde çok az çiçek açar. Bahar sonunda yalnızca dalların solmuş çiçekleri taşıyan kısımları budanır. Bitkinin tazelenmesi için birkaç yılda bir eski dallardan bir kısmı dipten kesilir. KAMELYA (Camellia) Herdem yeşil parlak yaprakları, ve nefes kesen güzellikteki çiçekleri ile kamelya herkesin bahçesinde görmek istediği bir bitkidir. Daha kış bitmeden açmaya başlar. Ancak zor yetiştiği düşünülerek bahçelerimizde fazla yer bulamaz. Eğer kuzeye kapalı güneşli bir bahçeniz varsa bulunduğunuz iklim de aşırı soğuk değilse kamelya dikebilirsiniz. Veya büyük saksıya dikerek kış aylarını aydınlık ve serin bir yerde geçirmesini sağlamak suretiyle soğuk iklimlerde bu bitkiyi yetiştirmek mümkündür. Kamelya zamanla 2,5- 3 metreye kadar uzayabilir. Güneşli veya hafif gölge bir yerde yetişir. Hafif asitli toprağı sever.Toprak asitli değilse dikim çukuru humuslu toprakla doldurulur. Çiçekleri katmerli veya yalınkat, renkleri ise beyaz, pembe veya kırmızı tonlarındadır. Çizgili ve ebruli olanları da vardır. Şubat-mayıs aylarında açarlar. Kamelya fazla bakım isteyen veya problem çıkaran bir bitki değildir. BUDAMA: Gerekmez. Yalnızca kuru veya bozuk dalları çiçekleri geçtikten sonra, mayısta budanır. AĞAÇ ŞAKAYIĞI  Çin orijinli ağaç şakayığı otsu türlerle büyük benzerlikler gösterir. Ancak odunsu dalları kışın kurumaz, yalnızca yapraklarını döker.Son derece zarif ve gösterişli bir bitkidir. Yavaş büyümekle beraber zamanla 1,5-2 metreye ulaşır. Çiçekleri 15-20 cm. çapında açar. Sarı, pembe, beyaz ve kırmızı cinsleri vardır. İyi işlenmiş zengin toprakları, güneşli ve kuytu yerleri sever. Bakım işleri diğer otsu türlerine benzer. BUDAMA: Sadece kuru ve bozuk dalları ilkbaharda temizlenir. KÜSTÜM OTU (Mimosa pudica) Halk arasında küstüm otu veya çiçeği olarak bilinen bir çalı bitkisidir. Baklagillerdendir.(leguminosae) Brezilya kökenli olup, nemli ve sıcak iklimlerde yetişir. Pembe- eflatun renkte, ipeksi ve güzel kokulu çiçekleri vardır .Haziran-ekim ayları arasında sürekli açar.Bitkinin parçalı yaprakları dış etkilere karşı son derece hassastır. En küçük bir dokunuş halinde yapraklar bir anda kapanır. Bitkiye ismini veren özellik de budur. Küstüm otu tropik iklimlerde herdem yeşil bir bitkidir. Küstüm otu tohumdan kolaylıkla yetişir. Sıcak suda ıslatılan tohumlar bir gün bekletildikten sonra ılık ve aydınlık bir yere ekilir. Birkaç hafta sonra çıkan fideler yeteri kadar büyüdüğünde dışarıda güneşli ve kuytu bir yere dikilir. Fidanlar yaz boyunca sık sık sulanır. Boyu 1,5 metreye ulaşabilir. Serin iklimlerde saksı bitkisi olarak yetiştirilmesi daha doğru olur. Böylece kış aylarında iç mekana alınarak hayatta kalması sağlanabilir. Veya her yıl tohumdan tekrar yetiştirilir. Mimozanın ülkemizde de yetişen farklı çeşitleri vardır. Ancak küstüm otu adı verilen bu cinsidir.(mimosa pudica) Osmanthus Popüler bir herdem yeşil çalı bitkisidir. Kenarları dişli parlak ve derimsi yaprakları, yasemin kokulu çiçekleri vardır. Bu çiçekler küçük, krem-beyaz renkte ve demetler halindedir. Bitki cinsine göre ilk veya sonbaharda çiçeklenir. Boyu 1,5 metreyi bulabilir. Tek olarak yetiştirilebileceği gibi sık yeşilliği ile mükemmel bir çit bitkisi de olabilir. Osmanthus herhangi iyi drenajlı bir toprakta kolayca yetişir. Güneşli yerlere de dikilebilir ancak en çok hafif gölgeyi sever. BUDAMA: Bitki çiçeklerini yaşlı dallarından verdiği için çok derin budanmaması gerekir. Çiçek mevsimi geçer geçmez hafifçe budanması yeterlidir. SÜS AĞAÇLARI OYA (Crape Myrtle) En güzel süs ağaçlarından biri olan oya yaz boyu açan güzel çiçekleri, sonbaharda kızaran yaprakları ve geyik boynuzunu andıran ilginç renkli gövdesiyle her mevsim gösterisini sürdürür. Gövde her yıl kabuk değiştirir. Aşırı boylanmadığı ve budanmaya çok elverişli olduğu için bahçelerin formunu bozmaz. Temmuz-eylül arasında ağacı renkli bir bulut gibi saran çiçekleri cinsine göre pembe lila ve kırmızı tonlarındadır. Oya ağacı ılıman iklimlerde kolay yetişir. Ancak gölge ve rutubet onun en büyük düşmanıdır. Böyle ortamlarda derhal külleme hastalığına tutulur. Yaprakları bükülür, tomurcuklar bir türlü açamaz. Bunu önlemek için ağacı ilkbahardan başlayarak bir mantar ilacı ile 3 haftada bir ilaçlamalıdır. Bazen körpe yapraklarına yaprak bitleri de musallat olabilir. Böcek görüldüğü anda ilaç yapılır. Bol güneşli, drenajı iyi ve zengin bir toprağa dikilir. Düzenli sulama ve besin verme çiçek verimini çok yükseltir. BUDAMA: Bol çiçek için derin budamalıdır. İlk baştan istenen şekil verilir. Daha sonraki yıllarda çiçek açan tüm dallar 2-3 göz üzerinden budanır. Budama mart ayında yapılır. Çalı formunda da büyütülebilir. Bu durumda budama toprak seviyesinin az üzerinden yapılır. Can Dündar'dan Ölüm... Burak YAMAK Tarih: 30.01.2008 Saat: 01:15 Gönderen: kutbay Misafir Ziyaretçi bildirdi: "Bir zamanlar bir psikoloji kitabında okuduğum bir bölüm vardı... Hayatın ve getirilerinin kıymetini anlamak için tavsiye edilen bir metod vardı içinde. Deniyordu ki; "arada bir, çok bunaldığınızda, hayatın sizin için çekilmez hale geldiğini düşündüğünüzde kendinize 10 dakika ayırın ve kendi cenaze töreninizi düşünün"... Tüylerim diken diken oldu ve yazarın saçmaladığını düşündüm o an. Ama önyargı düşmanı biri olarak okumaya devam ettim. Özellikle insanların sizin için neler söyleyeceklerini, onlar için ne ifade ettiğinizi hissetmeye çalışın... Diyordu ki; " bunları düşündüğünüzde dünyadaki yerinizi, dünyayı terkettiğinizde oluşacak boşluğu, sevdikleriniz ve sizi sevenler için öneminizi anlayacaksınız... O andan geriye dönme şansınız olmadığını, hayat denen kredi nizin bittiğini ve onlara yanıt verme şansınız olmadığını düşünün... Tekrar sarılma, bir kez daha öpme ihtimalinizin bittiğini hissedin... Dünyadaki küslüklerin, ayrılıkların, kavgaların yanında bu acının ve geri dönülmezliğin korkunç çaresizliğini yaşayın... Bırakın canınız yansın, bırakın alevler içinde kavrulsun tüm ruhunuz... Orada, o musalla taşında düşünün kendinizi... Seyredin şu an çevrenizde olanların yüz ifadelerini... Akıllarından ve yüreklerinden geçen cümleleri hayal edin... Kitaba devam etmeden bıraktım kenara ve gözlerimi kapatıp aynen düşünmeye başladım... Eşimi, oğlumu, annemi, babamı, kardeşlerimi ve diğer tüm çevremi oturttum tek tek kendi cenaze törenimdeki yerlerine... Birer birer yerleştirdim tabutumun çevresine hepsini... Hayatımda çok nadir bu kadar canım yanmıştı... Görüyordum işte "babaaaa..." diye ağlayan biricik oğlumu... Eşim kucağında "ağlayan emanetimle" ayakta durmaya çalışıyordu per perişan... Koca çınar babacığım, belli belirsiz dualar okuyordu, o gözümden hala gitmeyen vakur duruşuyla... Annem, ciğerinden bir parça canlı canlı koparılmış gibi hem içine hem dışına akıtıyordu gözyaşlarını... Kardeşlerim, akrabalarım "çok erken gitti, doyamadı oğluna.." diyordu acıyan ses tonlarıyla... Ve dostlarım... Onlar da şaşkındı... Bazısı "daha dün birlikteydik, nasıl olur." diyordu... Sonra anladım yazarın ne demek istediğini daha devamını okumadan kitabın... Bunları seyredip onlara "hayır ölmedim, buradayım." demek istedim hayal olduğunu unutup… Farkındalık önemli bir kavramdır psikolojide.. Belki de hiç aklımıza gelmeyen ve gelmeyecek bir farkındalığı göstermek istemişti yazar... Kitabı okumaya ne gücüm kalmıştı, ne de isteğim... Almam gereken dersi ve mesajı almıştım... Şimdi ne kitabın adını ne de yazarı hatırlamıyorum... Şu an bunları yazarken bile çok kötü oldum... Bu olayda tek farkındalık da yok üstelik... Biraz kendime geldikten sonra devam ettim hayatımın en zor hayaline... Sırada çevremdekilerin ölümümün akabinde neler söyleyecekleri vardı.. Usulen ve nezaketen söylenenlerin dışında... Onlarda bıraktığım izleri, yaşananları ve yaşanamayanları elden geçirerek ben konuşturacaktım hayalimde... İçlerini okuyacaktım, senaryo bana ait olarak... Yaşarken neler yazmıştım, ölümümle neler okuyacaktım... Gerçek duygularıydı ulaşmaya çalıştığım, ölüm acısının etkisiyle girilen duygusal mod değildi, deşifre etmem gereken metin... Canım oğlumun söyleyecek çok şeyi yoktu... Özleyecekti, yokluğumu hissedecekti. Ağlayacaktı aklına geldikçe... Belki ölümün ne anlama geldiğini hissedecek yaşa gelinceye kadar sıradan bir üzüntünün ötesine geçmeyecekti duyguları... Ama hayal bu ya, 18-20 yaşına getirdim 2 saniyede oğlumu... "hayal - meyal hatırlıyorum be baba seni... Keşke şimdi yaşıyor olsaydın da erkek erkeğe sohbet etseydik seninle... Bak mezuniyet törenimde de babasızdım... Askere giderken kimin elini öpeceğim senin yerine... Diyecek canı yanarak bir köşede... Sevgili eşim... Benim muhteşem hatunum... Nasıl dayanır bensizliğe?... O ki, benim için her şeyini feda edip koşmuştu bana... Hayatının tek adamı şimdi toprak olacaktı... Bir daha " Seni seviyorum " diyemeyecekti... Bir daha hevesle açamayacaktı çalan kapıyı... Ve her gelen gece bensizliğini haykıracaktı yüzüne...Her sabah da bensiz başlayacaktı koca gün...Tek cümlesi takıldı o an içime;" Oyunbozanlık yaptın be böceğim, hani beraber ölecektik ?..." Babam-annem, o bugüne kadar evlat olarak mutlu edecek hiçbir şey yapamamanın acısıyla kahrolduğum güzel insanlar... Helaldi şüphesiz hakları... Bilerek hiç kırmamıştım onları... Üzerine titredikleri evlatları onlardan önce göçmüştü işte önlerinde ve dualarına muhtaçtım.... Kaç anne ve babanın çekebileceği bir acıydı ki evladının cenazesinde bulunmak... Herhalde insanın uzun yaşadığına üzüldüğü nadir anlardan olsa gerek... Diğerlerine geçmiyorum... Bu yazıyı şu an yazıp sizlerle paylaştığıma göre "diğerlerine" artık sizler de dahilsiniz... Düşünün, bir gün bir mail ulaşıyor mail-boxınıza "ölmüş“ diye.. . Sizler kim bilir neler düşünür ve yazardınız... Eşim şu an yanımda ağlıyor, sanki gerçekmiş gibi... Oysaki yazarın amacı "Yaşamanın ve hala nefes alıyor almanın kıymetini" göstermekti... Benim de öyle... Lafı çok uzattım farkındayım... Ama dediğimiz çözümü zor süreç 2 satırla özetlenemeyecek kadar girintili çıkıntılı... Ben o gün kurduğum o hayalle, canımın tüm yanmasına rağmen YENİDEN DOĞDUM... Bilgisayar diliyle "format attım hayatıma"... Sahip olduklarımın farkına vardım ve hala nefes alıyor olduğum için şükrettim... Gözlerimi açtığım anda o kötü ve acı sahne bitmiş, oyun perde demişti... Peki ya hayal değil de, gerçek olsaydı ve perde bir daha açılmamak üzere kapansaydı... Belki gerildiniz, kötü oldunuz ama devamını getirirseniz buna değer bence... İşte bu final bu yazıyı buraya kadar okumanıza değmiş olmalı... Ben bu akşam melankoliğim ve biraz abartmış olabilirim... Hani sanatçı ve şairiz ya ondandır belki... Bence bu yazıyı sadece okuyarak bırakmayın... LÜTFEN ARADA BİR, BURADAN ALDIKLARINIZI TARTIN, DÜŞÜNÜN VE HAYATINIZI GÖZDEN GEÇİRİN... Ölümün kime ve ne zaman geleceğini Yüce Allah' tan başka bilen yok... İşte bu yüzden hazır yaşıyorken ve nefes alıyorken yapabileceklerinizi yapın, ertelemeyin... Sizi sevenlere ve sevdiklerinize daha fazla zaman ayırın... Bilerek - bilmeyerek kırdığınız kalpleri tamir edin... Ve en önemlisi; VERDİĞİ-VERMEDİĞİ, ALDIĞI-ALMADIĞI HERŞEY İÇİN, TEKRAR TEKRAR ŞÜKREDİN YÜCELER YÜCESİ YARADAN'A Can Dündar " ww.islaisitem.com dan alıntı  yapılmıştır İSLAMDA KADIN İslâm Dîni, kadına en büyük değeri vermiş ve onun namuslu, temiz, vakarlı, haysiyetli ve şerefli bir tarzda yaşamasını sağlamıştır. İslâm nazarında kadın, şefkat, merhamet, hürmet duyulması ve nezâket gösterilmesi gereken asîl ve nezîh bir varlıktır. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, kadınların nârin, nâzik ve kibâr olduklarına işâretle, onların hiç kırılmaması ve incitilmemesi gerektiğini tavsiye etmişlerdir. Bir hadîs-i şerîflerinde: "... Kadınlar hakkında hayırlı olup nezâketle muâmele etmenize dâir vasiyyetime itâat ediniz! Çünkü onlar eğe kemiğinden yaratılmıştır. Eğe kemiğinin en eğri tarafı üst kısmı (ortası) dır. Eğer sen onu doğrultmaya uğraşırsan, kırarsın; kendi hâline bırakırsan, daima eğri kalır. O halde kadınlar hakkında hayır öğüdüme dikkat ediniz!" (1) buyurur. Hz. Peygamber (s.a.v.)’e ilk defâ inanan ve O’na en büyük desteği veren Hz. Hatîce (r.anha) vâlidemizdir. Nitekim Rasûlullâh (s.a.v.) Efendimiz, Hz. Hatîce (r.anha) vâlidemiz hakkında şöyle buyurur: "Allâh bana Hatîce’den hayırlı bir kadın vermemiştir. Bütün insanlar beni yalanlarken, O beni tasdîk etmiş; insanlar benden kaçarken, O beni malı ile desteklemiştir. Ve Allâh bana başka hanımlardan değil, O’ndan çocuk ihsân etmiştir." (2) Kadın, aynı zamanda ilk İslâm şehîdidir. Hz. Ammâr (r.a.)’ın annesi Hz. Sümeyye (r.anha), Mekke’de müslümanlığı ilk kabul edenlerden ve bu yüzden dayanılmaz işkencelere uğrayanlardandı. Kendisine İslâm’dan ayrılması için yapılan her türlü eziyet ve zulme rağmen, hak yoldan dönmedi. Sonunda Sümeyye (r.anha), Ebû Cehl’in süngüsü altında can vermiş ve Allâh yolunda ilk İslâm şehîdi olmak şeref ve mertebesine erişmiştir. (3) Kur’ân-ı Kerîm’de "en-Nisâ"(Kadınlar) isimli, yüz yetmiş altı âyetlik uzun bir sûre olduğu gibi, ayrıca "Meryem" diye Hz. Îsâ (a.s.)’ın annesine atfedilen doksan sekiz âyetlik müstakil bir sûre daha vardır. Bunlardan başka; "en-Nûr, el-Ahzâb, el-Mümtehine, et-Tahrîm ve et-Talâk" sûreleri de kadınlarla ilgili çeşitli konuları içine almaktadır. İslâm Dîni’nde kadın, âile ocağında temel eğitimi veren ilk öğretmen ve mükemmel bir eğitimcidir. Çocuğun terbiyesi, yetişmesi, her yönden gelişmesi, daha küçük yaşta iken güzel alışkanlıklar kazanması ve faydalı bilgilerle donatılması husûsunda annenin rolü çok büyüktür. Baba, evin nafakasının temini için ömrünün ekserîsini âilesinden dışarıda geçirmekte, çocuğu ile yeteri kadar meşgul olamamaktadır. Bu durumda, çocuğu asıl yetiştiren ve terbiye eden anne olmaktadır. Nitekim peygamberler, mürşid-i kâmiller, velîler, sultanlar ve daha nice büyük insanlar, hep mümtaz annelerin kucaklarında yetişmişlerdir. Ahlâk kitaplarımızda; çarşıdan alınan değişik yeni bir şeyi, çocuklara bölüştürürken önce kızlardan başlanarak ikrâm edilmesi tavsiye edilmiş, kız çocukları daha hassas ve nâziktirler, diye düşünülmüştür. Kız çocuklarının bakımı ve terbiyesi için her türlü fedâkârlıkta bulunan anne ve babaların, büyük fazîlet ve ecir sâhibi olacaklarını Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, şu hadîs-i şerîfleriyle beyân buyurmuşlardır: "Kim, (iki veya üç) kız çocuğunu erginlik çağına erişinceye kadar besleyip büyütürse, kıyâmet gününde -iki parmağını birleştirerek- onunla şöylece beraber oluruz." (4) Bu da, yüce dînimizin kadına verdiği üstün değeri gösterir.. Bu konuyu :www.kainatinefendisi.net alıntı yaptım.  Hani Rabbin, Meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim" dedi. (2/30) Melekler hakkında ayetler Ve Adem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: "Eğer doğru sözlüyseniz, bunları bana isimleriyle haber verin" dedi. (2/31) Ve meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kafirlerden oldu. (2/34) Her kim Allah'a, meleklerine, elçilerine, Cibril'e ve Mikail'e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kafirlerin düşmanıdır." (2/98) Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkâr etmedi; ancak şeytanlar inkâr etti. Onlar, insanlara sihri ve Babil'deki iki meleğe Harut'a ve Marut'a indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi: "Biz, yalnızca bir fitneyiz, sakın inkâr etme" demedikçe hiç kimseye (bir şey) öğretmezlerdi. Fakat onlardan erkekle karısının arasını açan şeyi öğreniyorlardı. Oysa onunla Allah'ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezlerdi. Buna rağmen kendilerine zarar verecek ve yarar sağlamayacak şeyi öğreniyorlardı. Andolsun onlar, bunu satın alanın, ahiretten hiçbir payı olmadığını bildiler; kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü; bir bilselerdi. (2/102) Şüphesiz, inkâr edip kafir olarak ölenler, Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların laneti bunların üzerinedir. (2/161) Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır. (2/177) Onlar, bulut gölgeleri içinde Allah'ın (azabının) meleklerle onlara gelmesini ve (azap) emrinin gerçekleşmesini mi gözlüyorlar? Oysa bütün işler Allah'a döner. (2/210) Peygamberleri, onlara (şöyle) dedi: "Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut'un gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden 'bir güven duygusu ve huzur' ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır." (2/248) Elçi, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, mü'minler de. Tümü, Allah'a, meleklerine, Kitaplarına ve elçilerine inandı. "O'nun elçileri arasında hiçbirini (diğerinden) ayırdetmeyiz. İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz bağışlamanı (dileriz). Varış ancak Sana'dır" dediler. (2/285) Allah, gerçekten kendisinden başka ilah olmadığına şahitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de O'ndan başka ilah olmadığına adaletle şahitlik ettiler. Aziz ve Hakim olan O'ndan başka ilah yoktur. (3/18) O mihrapta namaz kılarken, melekler ona seslendi: "Allah, sana Yahya'yı müjdeler. O, Allah'tan olan bir kelimeyi (İsa'yı) doğrulayan, efendi, iffetli ve salihlerden bir peygamberdir." (3/39) Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. (3/42) Hani Melekler, dediler ki: "Meryem, doğrusu Allah kendinden bir kelimeyi sana müjdelemektedir. Onun adı Meryem oğlu İsa Mesih'tir. O, dünyada ve ahirette 'seçkin, onurlu, saygındır' ve (Allah'a) yakın kılınanlardandır.." (3/45) O, melekleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz, Müslüman olduktan sonra, size küfrü mü emredecek? (3/80) İşte bunların cezası, Allah'ın meleklerin ve bütün insanların lanetlerinin üzerine olmasıdır. (3/87) Sen mü'minlere: "Rabbinizin size meleklerden indirilmiş üç bin kişiyle yardım-iletmesi size yetmez mi?" diyordun. (3/124) Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse, Rabbiniz size meleklerden nişanlı beş bin kişiyle yardım ulaştıracaktır. (3/125) Melekler kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: "Nerde idiniz?" Onlar: "Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (müstaz'aflar) idik." derler. (Melekler de:) "Hicret etmeniz için Allah'ın arzı geniş değil miydi?" derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?21 (4/97) Ey iman edenler, Allah'a, elçisine, elçisine indirdiği kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve ahiret gününü inkar ederse, şüphesiz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır. (4/136) Fakat Allah, sana indirdiğiyle şahidlik eder ki, O, bunu kendi ilmiyle indirmiştir. Melekler de şahittirler. Şahid olarak Allah yeter. (4/166) Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır. (4/172) Ve derler ki: "Ona bir melek indirilmeli değil miydi?" Eğer bir melek indirilseydi, elbette iş bitirilmiş olurdu da sonra kendilerine göz açtırılmazdı. (6/8) Onu eğer bir melek kılsaydık, elbette erkek (suretinde bir melek) kılardık ve mutlaka katmakta oldukları (şüpheleri) yine katardık. (6/9) De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?" (6/50) Böylece İbrahim'e, -kesin bilgiyle inananlardan olması için- göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk. (6/75) Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azabla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... (6/93) Gerçek şu ki, biz onlara melekler indirseydik, onlarla ölüler konuşsaydı ve herşeyi karşılarına toplasaydık, -Allah'ın dilediği dışında- yine onlar inanmayacaklardı. Ancak onların çoğu cahillik ediyorlar. (6/111) Onlar, kendilerine meleklerin gelmesini mi, ya da Rabbinin gelmesini mi veya Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazılarının geleceği gün, daha önce iman etmemişse veya imanıyla bir hayır kazanmamışsa hiç kimseye imanı yarar sağlamaz. De ki: "Bekleyin, biz de şüphesiz beklemekteyiz." (6/158) Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret (biçim-şekil) verdik, sonra meleklere: "Adem'e secde edin" dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (7/11) Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir." (7/20) Siz Rabbinizden yardım taleb ediyordunuz, O da: "Şüphesiz ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım ediciyim" diye cevap vermişti. (8/9) Rabbin meleklere vahyetmişti ki: "Şüphesiz ben sizinleyim, iman edenlere sağlamlık katın, inkâr edenlerin kalblerine amansız bir korku salacağım. Öyleyse (ey Müslümanlar,) vurun boyunlarının üstüne, vurun onların bütün parmaklarına." (8/12) Melekleri, onların yüzlerine ve arkalarına vurarak: "Yakıcı azabı tadın" diye o inkâr edenlerin canlarını alırken görmelisin. (8/50) Şimdi onların: "Ona bir hazine indirilmeli veya onunla birlikte bir melek gelmeli değil miydi?" demeleri dolayısıyla göğsün daralıp sana vahyolunanlardan bir kısmını terk mi edeceksin? Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah herşeye vekildir. (11/12) Ben size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum. Melek olduğumu söylemiyorum ve gözlerinizin aşağılık gördüklerine, Allah kesin olarak bir hayır vermez de demiyorum. Nefislerinde olanı Allah daha iyi bilir. Bu durumda (bunun aksini yaparsam) gerçekten o zaman zalimlerdenim (demek)dir." (11/31) (Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) "Çık, onlara (görün)" dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: "Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir" dediler. (12/31) Gök gürültüsü O'nu hamd ile, melekler de O'na olan korkularından tesbih ederler.. O, yıldırımları gönderip bununla dilediğine çarpar; onlar ise Allah hakkında çekişip-tartışırlar. O, gücü (ve cezası) pek çetin olandır. (13/13) Onlar, Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından 'salih davranışlarda' bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) (13/23) Eğer doğruyu söylüyor isen, bizlere melekleri getirmeli değil miydin?" (15/7) Hak olmaksızın biz melekleri indirmeyiz. O zaman da onlara göz açtırılmaz. (15/8) Hani Rabbin meleklere demişti: "Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan bir beşer yaratacağım." (15/28) Böylece meleklerin tümü, topluca secde etti. (15/30) Kullarından dilediklerine, melekleri emrinden olan ruh ile indirir: Benden başka ilah yoktur, şu halde benden korkup-sakının, diye uyarın." (16/2) Ki melekler, kendi nefislerinin zalimleri olarak onların canlarını aldıklarında, "Biz hiçbir kötülük yapmıyorduk" diye teslim olurlar. Hayır, şüphesiz Allah, sizin neler yaptığınızı bilendir. (16/28) Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (16/32) (Küfre sapanlar) Kendilerine meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi gözlüyorlar? Onlardan öncekiler de öyle yapmıştı. Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı. (16/33) Göklerde ve yerde olan ne varsa, canlılar ve melekler Allah'a secde ederler ve onlar büyüklük taslamazlar. (16/49) Rabbiniz size erkekleri seçti de meleklerden dişileri mi (kendine) edindi? Gerçekten siz büyük bir söz söylemektesiniz. (17/40) Hani, meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik. İblis'in dışında (hepsi) secde etmişlerdi. Demişti ki: "Bir çamur olarak yarattığın kimseye ben secde eder miyim?" (17/61) Veya öne sürdüğün gibi, gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza (şahid olarak) getirmelisin." (17/92) De ki: "Eğer yeryüzünde (insan değil de) tatmin bulmuş yürüyen melekler olsaydı, biz de onlara gökten elçi olarak elbette melek gönderirdik." (17/95) Hani meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik; İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi. O cinlerdendi, böylelikle Rabbinin emrinden dışarı çıkmıştı. Bu durumda Beni bırakıp onu ve onun soyunu veliler mi edineceksiniz? Oysa onlar sizin düşmanlarınızdır. (Bu,) Zalimler için ne kadar kötü bir (tercih) değiştirmedir. (18/50) (Ona gelen melek:) "İşte böyle" dedi. "Rabbin dedi ki: - Bu benim için kolaydır, daha önce sen hiçbir şey değil iken, seni yaratmıştım." (19/9) Hani biz meleklere: "Adem'e secde edin" demiştik, İblis'in dışında (diğerleri) secde etmişlerdi, o, ayak diremişti. (20/116) Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: "İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti" diye melekler onları karşılayacaklardır. (21/103) Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah, işitendir, görendir. (22/75) Bunun üzerine, kavminden inkâra sapmış önde gelenler dediler ki: "Bu, sizin benzeriniz olan bir beşerden başkası değildir. Size karşı üstünlük elde etmek istiyor. Eğer Allah (öne sürdüklerini) dilemiş olsaydı, muhakkak melekler indirirdi. Hem biz geçmiş atalarımızdan da bunu işitmiş değiliz." (23/24) De ki: "Eğer biliyorsanız (söyleyin:) herşeyin melekutu (mülk ve yönetimi) kimin elindedir? Ki O, koruyup kolluyorken kendisi korunmuyor." (23/88) Dediler ki: "Bu elçiye ne oluyor ki, yemek yemekte ve pazarlarda dolaşmaktadır? Ona, kendisiyle birlikte uyarıcı olacak bir melek indirilmesi gerekmez miydi?" (25/7) Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: "Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?" Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar. (25/21) Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkarlara bir müjde yoktur. Ve o gün (melekler onlara) derler ki: "(Size sevinçli haber) Yasaktır, yasak." (25/22) Göğün bulutlarla parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün; (25/25) De ki: "Size vekil kılınan ölüm meleği, hayatınıza son verecek, sonra Rabbinize döndürülmüş olacaksınız." (32/11) O'dur ki, sizi karanlıklardan nura çıkarmak için size rahmet etmekte; melekleri de (size dua etmektedir). O, mü'minleri çok esirgeyicidir. (33/43) Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygambere salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin. (33/56) O gün, onların hepsini bir arada toplayacak (haşredecek), sonra meleklere diyecek ki: "Size tapanlar bunlar mıydı?" (34/40) Hamd, gökleri ve yeri yaratan, ikişer, üçer ve dörder kanatlı melekleri elçiler kılan Allah'ındır; O, yaratmada dilediğini arttırır. Şüphesiz Allah, herşeye güç yetirendir. (35/1) herşeyin melekutu (hükümranlık ve mülkü) elinde bulunan (Allah) ne yücedir. Siz O'na döndürüleceksiniz. (36/83) Ki onlar, Mele'i A'la'ya kulak verip dinleyemezler, her yandan kovulup atılırlar; (37/8) Yoksa onlar, şahidlik etmekteyken biz melekleri dişiler olarak mı yarattık? (37/150) Mele-i Ala (yüce topluluk) tartışıp dururken, benim hiçbir bilgim yoktur." (38/69) Hani Rabbin meleklere: "Gerçekten ben, çamurdan bir beşer yaratacağım" demişti. (38/71) Meleklerin hepsi topluca secde etti; (38/73) Melekleri de arşın etrafını çevirmişler olarak Rablerini hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Aralarında hak ile hüküm verilmiştir ve: "Alemlerin Rabbine hamdolsun" denilmiştir. (39/75) Onlara "Yalnızca Allah'a kulluk edin" diye önlerinden ve arkalarından elçiler gelince, dediler ki: "Eğer dileseydi Rabbimiz melekler indirirdi. Bundan dolayı biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi inkâr edicileriz." (41/14) Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vadolunan cennetle sevinin." (41/30) Gökler, neredeyse üstlerinden çatlayıp-parçalanacaklar; melekler de Rablerini hamd ile tesbih ederler ve yerde olanlara mağfiret dilerler. Haberiniz olsun; gerçekten Allah, bağışlayan ve esirgeyen O'dur. (42/5) Onlar, ki Rahmanın kulları olan melekleri dişiler kıldılar. Kendileri yaratılışlarına şahit mi oldular? Onların şahitlikleri yazılacak ve (bundan dolayı) sorumlu tutulacaklar. (43/19) Bu durumda (eğer doğruysa), üzerine altından bilezikler atılmalı ya da yakınında yer almış vaziyette onunla birlikte melekler gelmeli değil miydi?" (43/53) Eğer biz dilemiş olsaydık, elbette sizden melekler kılardık; yeryüzünde (size) halef (yerinize geçenler) olurlardı. (43/60) Öyleyse melekler, yüzlerine ve arkalarına vura vura canlarını aldıkları zaman nasıl olacak? (47/27) Onun yakını olan (ve yanından ayrılmayan melek) dedi ki: "İşte bu, yanımda hazır durumda olan şey." (50/23) Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine, (50/24) Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka. (53/26) Gerçek şu ki, ahirete iman etmeyenler, melekleri dişi isimlerle isimlendiriyorlar. (53/27) Eğer sizler (Peygamberin iki eşi) Allah'a tevbe ederseniz (ne güzel); çünkü kalbleriniz eğrilik gösterdi. Yok eğer ona karşı birbirinize destekçi olmaya kalkışırsanız, artık Allah, onun mevlasıdır; Cibril ve mü'minlerin salih olan(lar)ı da. Bunların arkasından melekler de onun destekçisidirler. (66/4) Melek(ler) ise, onun çevresi üzerindedir. O gün, Rabbinin arşını onların da üstünde sekiz (melek) taşır. (69/17) Melekler ve Ruh (Cebrail), ona, süresi elli bin yıl olan bir günde çıkabilmektedir. (70/4) Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkâr edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kafirler de şöyle desin: "Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?" İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını kendisinden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür. (74/31) Ruh ve meleklerin saflar halinde duracakları gün; Rahman'ın kendilerine izin verdikleri dışında olanlar konuşmazlar. (Konuşacak olan da,) Doğruyu söyleyecektir. (78/38) Rabbin(in buyruğu) geldiği ve melekler dizi dizi durduğu zaman; (89/22) Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler. (97/4)  https://www.mumsema.com/index.php SİTESİNDEN ALINTIDIR  > > Birinci Ders: > > > > Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. > > Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim. Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. > > Son soru söyleydi : > > 'Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir ?' > > Bu her halde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını, yerleri silerken, hemen her gün görüyordum. > > Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki ! > > Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. > > Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test > > sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu. > > 'Tabii, dahil' dedi, Hocamız... > > 'İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız.Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hak eden insanlar bunlar. > > Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile...' > > Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. > > Hademenin adını da... > > Dorothy idi. > > > > İkinci Ders : > > Bir gece vakit gece-yarısına doğru Alabama Otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. > > Bardaktan boşanırca yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye, hem de Alabama'da, yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi. > > Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım. Ayrılırken ille de adresimi istedi, verdim. > > Bir hafta sonra, kapım çalındı. > > Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda... > > 'Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam etmişti.Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıka geldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. > > Tanrı bana yardım eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi kutsasın... > > En İyi Dileklerimle, > > Bayan Nat King Cole.' > > Üçüncü Ders : > > Size Hizmet Edenleri Hep Hatırlayın... > > Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu... > > Çocuk sordu: > > 'Çikolatalı pasta kaç para ?' > > '50 Cent.' > > Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu: > > 'Peki, Dondurma Ne Kadar ?' > > '35 Cent.' dedi garson kız, sabırsızlıkla. > > Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu.Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki... > > Çocuk parasını bir daha saydı ve > > 'Bir dondurma alabilir miyim, lütfen ?' dedi. > > Kız dondurmayı getirdi. > > Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya > > koştu. Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi. Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden..Masayı sanki akan gözyaşları temizleyecekti. > > Boş dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 Cent'lik bahşiş duruyordu.. > > > > > > Dördüncü Ders : > > > > Yolumuzdaki Engeller... > > > > Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak diye gözlüyor... > > Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çogu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. > > Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. > > Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Kan ter içinde kaldı ama, sonunda, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. > > Açtı... Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde... > > 'Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir.' diyordu kral. > > Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında ol madığı bir ders almıştı. > > 'Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.' > > > > > > Beşinci Ders : > > > > Önemli Olan Vermektir.. > > > > Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yaşam şansı, beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi. Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi bir şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden antikorlar oluşmuştu. > > Doktor durumu beş yaşındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu. Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve 'Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı' dedi. Kan nakli yapılırken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu. > > Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu... > > Gülümsemesi de yok oldu. Titreyen bir sesle doktora sordu : > > 'Hemen mi öleceğim ?' > > Ufaklık, doktoru yanlış anlamıştı, ablasına vücudundaki bütün kanı verip, öleceğini düşünüyordu. > > > > > > Not : > > > > İçinizden gelmiyorsa, bu e-postayı 5-10 veya daha fazla kişiye göndermeyin. > > Hiç kimseye göndermezseniz de bir şey olmaz zaten. Eğer burada anlatılanlar sizi hiç bir şekilde etkilemediyse zaten içinizdeki bazı duyguları kaybetmişsiniz demektir...                          Mevlâna der ki,Aşk geldi. Damarımda, derimde kan kesildi; beni kendimden aldı, sevgiliyle doldurdud.Bedenimin bütün cüzlerini sevgili kapladı. Benden kalan yalnız bir ad, ondan ötesi hep o.." Uğruna bir ömür bağışlanan, yanıp yakınılan bu eşsiz sevgili. Allah'tır. ,Âşk'da Allah'a karşı aşırı sevginin kemale erişi, âşığın âşkta yok oluşudur. Gerçek ilhama mazhar olmuş, gerçek yokluğu zevk edinmişlerin en büyük arzusu ilâhî vuslat'tır. Mevlâna, bu yolun coşkun âşığıdır, aşktan doğmuş, aşkla yoğrulmuştur. "Bizim peygamberimizin yolu âşk yoludu. Biz âşk çocuklarıyız; âşk bizim anamızdır," der ve hakiki diriliğin aşkta yok olmakla mümkün olabileceğini söyler "Aşksız olma ki ölü olmayasın. Âşkta öl ki diri kalasın.." Mevlâna'nın âşkı, ömrünün üç merhalesinde olgunlaşmış, bir ömür bu uğurda harcanmıştır. Mevlâna bunu bir beytiyle şöyle ifade eder: "Bütün ömrümün hülâsası şu üç sözden fazla değil: Hamdım, pişdim, yandım." Tahsil ve yetişme devresinin hamlığını Tebrizli Şems pişirmiş, ondan sonra yokluğu ile Mevlâna'yı yakmış, kavurturmuştur. Mevlâna'ya göre, gerçek âşığa aşktan başka herşey haramdır. İlâhi âşk ve ma'şuk herşeyin üstünde ve içindedir. İnsan, kendisini yoktan var edeni nasıl sevmez? Bu sevgi, aslında onun özündedir, herşeyin sonu ona varır. "Fîhi Mâ-fih" adlı eserinde şöyle buyurur: "Aslolan sevmektir. İnsan'ın mayasındaki bu duyguyu arıtmalı. açıklamalıdır. Bedenimiz bir kovan gibidir. Bu kovanın balı ne mumu da ilâhî aşktır..." Mevlâna'nın Şems'e karşı yakınlığı ve âşkı da budur: Şeyh Şelâhaddin ve Çelebi Hüsameddin'e olan aşk da bu.. Onlarda mutlak varlığın kemâlini, cemâlinde Allah nurlarını gören Mevlâna, gerçek âşkı. yani "Zât-ı ilâhiye"yi sembolleştirerek terennüm etmiştir. Mesnevi'sinde, "Hakiki maşuk olan Allah'dan başka bir temaşası bulunan âşk. âşk olamaz, saçma-sapan bir sevda olur" buyurdukları gibi, Mevlâna'daki âşk, tam anlamıyla ilâhi âşk'tır; başka hiç bir şey değildir ve olamaz. Mevlâna, coşkun âşkını Şems'in adında sembolleştirmiştir. Kendisinden yirmi yaş fazla 60-70 yaşındaki bu derviş, Mevlâna'da öz cevherini bulduğu ilâhî âşkı olgunluğa ulaştırmış, yokluğu ile de Mevlâna, O'nu âşkın sembolü yapmıştır. Bu sembol Allah'ın cemâl ve celalim imâ eder. Mevlâna, ezeli maşukun yüzünün aksını ve nurlu ışıklarını her yerde görür. Tebrizli Semseddinde bu nurlar; gören Mevlâna onu bunun için över. İlâhî vecdin verdiği mestligi, şarabın mestliğine benzetmiş, şarabı da âşk şarabı olarak sembolleştirmiştir. ilâhî âşkın, yakıcı sarhoşluğu bu.. Şiirlerindeki bağ, gül ve bülbül, hepsi de birer semboldür. Asıl maksat Allah'tır. Bir rubaisinde bunu şöyle dile getirir: "Başımı koyduğum her yerde secde ettiğim O'dur. Attı yönde ve altı cihet dışında Mâbud O'dur. Boğ, bülbül, semâ ve sevgili.. Hepsi bahane, maksat daima O'dur." İşte Mevlâna'daki âşk ve sevgili.. Çünkü o, herkesi seviyor, herkesi kabul ediyordu. Onca insanlar ceset ve kalıp itibariyle çok, fakat maya ve ruh bakımından tekli. Bir rubaisinde "Yine gel, yine gel.. Her kim olursan ol. yine gel.. İster kâfir ol, ister mecûsi, ister putperest. İster yüz kerre bozmuş o! tövbeni.." diyor ve ilâve ediyordu: "Umutsuzluk kapısı değil bu kapı. Nasılsan öyle gel.." Bütün bir insanlığı çağırıyor, aydınlık, nurlu kapısında, onlara gerçek yolu, Hak yolunu gösteriyordu. Bu çağrıya uyanlar, onun etrafında kümeleşiyor. hidayet yolunu seçiyorlardı. Bilgini, cahili, zengini, fakiri, köylüsü-kentlisi, sultanından çobanına kadar Mevlâna'nın kapısında, ona uyanlar arasındaydı. Bu ilâhî bir çağrıydı. Konya bir gönüller yurdu, âşıklar kabesı olmuştu. Nitekim bu çağrı Mevlâna devrinde de, Mevlâna'dan sonra da gönüllerde aksini bulmuş, onun mübarek türbesi, onu sevenlerin bir sığınağı, zıya retgâhı olmuştu. Artık simdi Mevlâna cağrılıyordu. Gecen yılların Mevlâna ihtifallerinde biz de Ona şöyle sesleniyorduk artık: Gel. yine de gel. yine de... Gel, cana can ver, imâna imân, Gel vuslatı hasretinden güç olan.. Dillerde senin adın. gönüllerde sen... Umutsuzlara umut, çaresizlere çare sen.. Her yüzde sen, her yönde sen. Ey köpük köpük aşk olup coşan Ey semâ semâ dökülen, taşan.. Gel.. Ölümsüzlük tahtından haber ver bize.. Bizi bizden al götür, O Mesnevi ummanına. O İlâhî aşk kervanına. Ey yılları yıllara ulayıp aşan, Ey nesillerden nesillere ulaşan.. Doyumsuz sevgine doymuyor ihvan.. Sulha, sükûna susamış cihan.. Yetiş imdada aman ey büyük dost.. Ey koca Sultan. Bir kerre değil asla, bin kerre gel. Yine de gel, yine de gel, yine gel.. " ...                        facebook video indir Affeder misin Allah'ım               MEVLANA,KONYA,TÜRKİY E MEVLANA,KONYA,TÜRKİYE,İSLAM   Mimar sinan, gibi bir dev var,karşımda, hayat hikayesini ordan burdan görmüş dinlemişimdir ama şuana kadar görsel açıdan hiç bir sinama göremedim,leonardo davinci yi adamlar nerdeyse herşeye uyarlıyor filmini yapmışlar bence mimarımızın hakkını vermeli,onun gibi mimarlarımız yetişmeli,görsel açıdan okadar çirkin yapılaşmalar var ki,hayatımız kare ve dikdörtgen oldu çıktı,insan bunalıma giriyor,Samsun' da Atakum Taflan tarafında gezindim ,geçenlerde,sahil kısmın da yazlıklarda,evler bomboş,sahiplerinden ayrılmanın hüznünü yaşarken ,hayalet bir yer oldu,evler de ,gördügüm şey para,ama evler kareler,üçgenler ve dörtgenlerden ibaret kalmışlar,moderin tarzmı bence şimdiki zenginlik kavramı büyük ev büyük bahçe tamam bu lüks oluyor yada zenginlik,mimarlarımız batıyı taklitin ötesinde götürüyor hele ev sahipleri görselde olacak ama az paraylan ev bitecek,birde bir sorun var ,evlerde bodrum katı varmı,bir nükler bomba atılsa yada kimyasal,mazallah kimse kalmayacak,belki bir havuz yaparlar yada kiler,mahzen onlarda yok..             Mimarimiz yüzyıldır bitti bence,betona ve karelere üçgenlere mahkum olduk,güya avrupayı örnek alıyoruz adamlar eski olan herşeyi hiçbozmadan koruyor kullanıyor turist çekiyor ,bizimkiler otel yapmaktan öteye gidemiyor,belki M. Sinanı avrupaya tanıtsak ,turizim daha iyi olur,hanii  sade mimar la kalmadan tüm eski ihtişamı,zekayı, tanıtsak,marmaray tünelinde bazı güzellikler yapıldı ,umarım devlet ve vatandaş,kültürümüzün şahene eserlerini yapan ustalara gereken önemi vermeye başlar,bilim adamları şairler filozaflarının askerinin filmlerini yapar elin yapay kahramanlarından daha fazla hakediyorlar, gençleri aşk filimlerinden usandırdılar,entrika çevirmeyi ögretiyorlar,hiçbir idel rol yok,varsa yoksa adam kadının peşinde kadın adamın peşinde,umarım gerçek hayallerinin peşinde koşan gençleri yetiştiririz,zavallı gençlerin hayalsiz bırakıyorlar, Gözümüzü dünyaya açtıgımız da bizi ilk karşılayanlar doktorlar veyahut ebelerdir ve bazende yanlız kalan annelerdir,annemizin kucagına getirilip ona teslim edildiginde yeni bir bag kuruluyor,herşey yeniden başlıyor,dokuz ay boyunca anne onu taşırken bebek hiçbir rahatsızlık çekmezken şimdi acıkınca aglıyor ve her derdinde annesinden birşeyler bekliyor aslında karnı doyunca tertemiz olunca yorulup uyuyor zamanla büyüyor ve hayata hazırlanmaya başlıyor her bebek,oda büyüyüp aynısını yapacak ve böyle sürüp gidecek.        Nesiller nesilleri kovalayıp gidecek, vaad edilen zamana kadar,biliyorum ki her insan soy agacını merak eder, malesef yeni nesiller bunu ögrenebilecek bizler ögrenemeyecegiz, nerden kimlerden oldugumuz neden bu kadar önemli, çogumuz tek tanrılı dinlerde annemiz ve babamız aynı oldugunu biliyoruz bunu bildigimiz halde birbirlerine kin nefret besliyorlar ,topraktan (balçık) yaradılan insanlar biz fikir ayrılıgımız var diyorlar,sen şusun ben buyum deyip bir kavgalarını bitiremiyorlar, gözümüzün önünde gömdügümüz ölülerimiz bize hiç ibret olmuyor nedense, kaç sevgili kaç sevenimiz  kaç yakınımız topraga karıştı hala unutmaya hala inatla dünyaya baglanmaya hırslarımıza kinlerimize aşırı isteklerimize yenik düşüyoruz....       Hepimiz insanız ve açlar, susuzlar, hastalar, fakirler,medeniyete ayak uyduramayan halkları neden öldürüyoruz,bizler zengin mi olacagız devletlere hükmedecegiz mi  ne? Oysaki  çocuklarımıza iyi olmayı kötülük yapmamalarını ögretmeye gayret ediyoruz bütün dinlerde bunu emreder,kimse kimseden üstün degildir,üstün olan sadece insanlıga önem veren medeniyetlerdir.       Hayatımızı belli kalıplara sıgdırıyoruz , moda diyoruz teknoloji diyoruz , zenginlik diyoruz,ilerleme diyoruz ama kendimizi hazırlamıyoruz, birileri birşeyler diyor birileri birşey yapıyor, birileri kendi fikirlerini başkaları_ na enjekte etmeye çalışıyor, beceremezse kaba kuvvet oda olmazsa öldürüyor...Kendilerine büyük devlet diyen devletler ne mazlumu koruyor nede yanında oluyor,bu devletleri yöneten insanlar devlet çıkarları için kendi gibi insanları katlediyorlar,fakirleştiriyorlar ve sömürüyorlar aç bırakıp başkalarına veyahut içlerine fitne sokup öldürüyorlar herşekilde devlet çıkarı oluyor bu...İnsanlık kendini yoketmeden birgün duracak  o gün den sonra yeniden bir başlangıca başlayacak insanlar ........ Gözümüzü dünyaya açtıgımız da bizi ilk karşılayanlar doktorlar veyahut ebelerdir ve bazende yanlız kalan annelerdir,annemizin kucagına getirilip ona teslim edildiginde yeni bir bag kuruluyor,herşey yeniden başlıyor,dokuz ay boyunca anne onu taşırken bebek hiçbir rahatsızlık çekmezken şimdi acıkınca aglıyor ve her derdinde annesinden birşeyler bekliyor aslında karnı doyunca tertemiz olunca yorulup uyuyor zamanla büyüyor ve hayata hazırlanmaya başlıyor her bebek,oda büyüyüp aynısını yapacak ve böyle sürüp gidec        Nesiller nesilleri kovalayıp gidecek, vaad edilen zamana kadar,biliyorum ki her insan soy agacını merak eder, malesef yeni nesiller bunu ögrenebilecek bizler ögrenemeyecegiz, nerden kimlerden oldugumuz neden bu kadar önemli, çogumuz tek tanrılı dinlerde annemiz ve babamız aynı oldugunu biliyoruz bunu bildigimiz halde birbirlerine kin nefret besliyorlar ,topraktan (balçık) yaradılan insanlar biz fikir ayrılıgımız var diyorlar,sen şusun ben buyum deyip bir kavgalarını bitiremiyorlar, gözümüzün önünde gömdügümüz ölülerimiz bize hiç ibret olmuyor nedense, kaç sevgili kaç sevenimiz  kaç yakınımız topraga karıştı hala unutmaya hala inatla dünyaya baglanmaya hırslarımıza kinlerimize aşırı isteklerimize yenik düşüyoruz....       Hepimiz insanız ve açlar, susuzlar, hastalar, fakirler,medeniyete ayak uyduramayan halkları neden öldürüyoruz,bizler zengin mi olacagız devletlere hükmedecegiz mi  ne? Oysaki  çocuklarımıza iyi olmayı kötülük yapmamalarını ögretmeye gayret ediyoruz bütün dinlerde bunu emreder,kimse kimseden üstün degildir,üstün olan sadece insanlıga önem veren medeniyetlerdir.       Hayatımızı belli kalıplara sıgdırıyoruz , moda diyoruz teknoloji diyoruz , zenginlik diyoruz,ilerleme diyoruz ama kendimizi hazırlamıyoruz, birileri birşeyler diyor birileri birşey yapıyor, birileri kendi fikirlerini başkaları_ na enjekte etmeye çalışıyor, beceremezse kaba kuvvet oda olmazsa öldürüyor...Kendilerine büyük devlet diyen devletler ne mazlumu koruyor nede yanında oluyor,bu devletleri yöneten insanlar devlet çıkarları için kendi gibi insanları katlediyorlar,fakirleştiriyorlar ve sömürüyorlar aç bırakıp başkalarına veyahut içlerine fitne sokup öldürüyorlar herşekilde devlet çıkarı oluyor bu...İnsanlık kendini yoketmeden birgün duracak  o gün den sonra yeniden bir başlangıca başlayacak insanlar ........ n836164443 964498 9496 par kaplicam.over-blog.com                                          orhan veli Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? Neylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanamadın olacak. Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misali o musalla taşında.   IMG0131A par kaplicam.over-blog.com SEMAVER DİBİ KARA Semaverin öyküsünü anlatacam size kendimce, semaverin dostlar arasinda nasil fokurdadigini ve demlendiğini ,kendi dilimde kendi dünyam da anlatmaya çalişacam... Her şeyi paylaşan bir toplumuz ,bizim çayımız piknikte semaverde olmali ve demlenmeli , bardaga dökülen sıcak su ile demli çayın kardeşi şekeri birbirine karıştırmalı çay kaşıgı ama tin tin tin ses çıkararak değil , yavaşça, sonra herkes pikniğin ve yolun yorgunluğunu çıkarmalı veyahut evde balkondaysak hernerdeysek günün yorgunlugunu, sıcak çayı yavaşça yudumlayacak arada sıcaksa hüpürteçek ohhhh diyecek, acaba bu keyifle arkadaşlar koyu bir sohbete başlar mı belkide geçmişten anılar veyahut gelecekten planlar çay bitene kadar sürecek ,eee semaver bu hemen bitermi !Bide çekirdek çitleyecekler yanında bir kısmı, belkide marifetli ellerden çıkan börek çörek afiyetle mideye girecek,, işte piknik işte misafirlik  işte akşam keyfi, ama belki sizinde şöyle çayınızı alıp bahçenizde bir tur yaparken elde çay bardağı gecenin güzel kokusunu çekeceksiniz akşam sefası çiçeginiz varsa onuda doya doya çekeceksiniz ciğerlerinize.. evet birgün gene bitti akşamın yıldızlaı tek tek çıkacaktır mücevherler gibi karşınıza, ne kadar şahane, evet  şimdi çayda bitti geri dönmek lazım semarin sıcaklığı lazım gülen yüzlerle biraz daha fokurtadmak lazım sohbeti)))) gününüz hayırda kalsın.....

"> =" https://kaplicam.over-blog.com/article-kapl-cam-radyo-fm-62076416.html "> kaplıcam radyo fm
www.tatilsiti.tr.gg
SOSYAL PAYLAŞIM paylaşım sitesi 28.11.2011 04:44:17 2 Klikler
hayal kapısı kişisel web sitesi 28.11.2011 04:41:40 1 Klikler
SAMSUN samsun dan görüntü 28.11.2011 04:39:57 1 Klikler
MEMLEKETİM KIBRIS KIBRIS HAKKINDA GENEL BİLGİ KİŞİSEL VEB SİTESİ 28.11.2011 04:38:28 1 Klikler
ŞAPEL KİŞİSEL WEB SİTESİ 28.11.2011 04:35:34 1 Klikler
GÖNÜL ALEMİ şiir,müzik,kişisel web sitsi 28.11.2011 04:33:52 1 Klikler
BEYAZDUSDANTEL el işi ve dantel örgüleri,degişik beceriler 28.11.2011 04:27:46 1 Klikler
elisigöznuru el becerisi,dandet,mobilya,kendi ürettiklerimiz 28.11.2011 04:26:03 1 Klikler
kaplicam fm
 
Yukarıdaki.
DUA UFKU "Yâ Rabbî! Bizim hâlimize bakarak muâmele etme. Kendi ikrâm ve ihsânına göre bize muâmele eyle." "Yâ Rabbî! Kerem ve lütfunla hidâyet ettiğin kalbi tekrar dalâlete, sapıklığa meylettirme. Belâları bizden sarf eyle, çevir ve değiştir." "Ey affı çok olan, günahları örten Rabbim! O günahlar dolayısı ile bizden intikam alma. Bize azâb etme. "Yâ Rabbî! Biz nefis ile şeytana köpek gibi tâbi olduksa da sen, azab arslanını bize saldırtma." "Yâ Rabb, muhakkak ki ben kendime çok zulmettim; yani çok günâh işledim. Günahları ise ancak sen afv ü mağfiret edersin. Hakkıyle gafûr ve rahîm ancak sensin. Beni kendi indinden bir fazl u keremle afv ü mağfiret eyle ve bana lutf u ihsanınla merhâmet eyle" "Ey mahlûkâtın, yaratıkların canlıların ihtiyâcını gideren Rabbim! Sen varken hiç bir kimseyi hatırlamak ve ondan bir şey ummak lâyık değildir. " "Ey yardım isteyenlerin yardımcısı! Bizi hidâyete çıkar." Ey affetmeyi seven Rabbim! Bizi affeyle. İsyân derdimize çâre eyle." Ey ihsânı çok olan Rabbim! Cefâ içinde geçip giden ömre merhamet et." "Yâ Rabbî! Rûhumda bir ilim katresi var. İlâhî onu hevâ rüzgarıyla ten toprağından muhâfaza eyle." "Ey âlemin yaratıcısı! Kasvetli, kararmış, katılaşmış âdetâ taş gibi olmuş olan kalbimizi mum gibi yumuşat, feryâdımızı, âh u vâhımızı, hoş eyle ki rahmetini celbetsin, çeksin." "Bizi köle gibi kullanan bu serkeş nefisten bizi satın al. O nefis bıçağı kemiğe dayandı (zulmü canımıza yetti)." "Yâ Rabbî! Sana ne arz edeyim. Çünkü sen gizli ve açık her şeyi bilirsin." "Ey Rabbimiz, bize dünyâda da iyilik, güzellik ver, âhirette de iyilik, güzellik ver. Bizi ateş azâbından koru" "Ey, Rabbim! Gayb ilminle ve halk üzerine kudretinle, hayatı benim için hayırlı gördükçe beni yaşat, ölü­mü benim için hayırlı gördüğün zaman da beni vefât ettir. Ey Rabbim! Gizlide ve açıkda senden haşyetini istiyorum. Rızâ hâlinde de, gadab hâlinde de ihlâs sözünden ayırmamanı istiyorum, fakirlikte de zenginlikte de i'tidâlden ayırmamanı istiyorum. Senden tükenmez bir ni'met, kesilmez bir göz ferahlığı (yüzde açıkça görülen neş'e ve huzûr) istiyorum. Senden beni kazâna râzı kılmanı, ölümden sonra yaşamanın serinliğini istiyorum. Senden yüzüne bakmanın lezzetini; sana kavuşmanın şevkini istiyorum. Bütün bunları zarar vericinin zararından, sapdırıcı bir fitneden uzak olarak vermeni istiyorum. Ey Rabbim! Bizi îmân zîynetiyle süsle, bizi doğru yolda olan hidâyet rehberleri kıl.” "Ey Rabbim! Ben zayıfım, rızân yolunda benim zaa­fımı kuvvetlendir. Beni nâsiyemden tutup hayra sevk et. İslâm'ı rızâmın en son noktası kıl. Ey Rabbim, ben zayıfım, beni kuvvetlendir. Ben zelîlim beni azîz kıl. Ben sana muhtacım, beni rızıklandır.”"Ey Allah'ım!Cehennem azabından sana sığınırım.Bizi narında yakma.Bize merhamet et.Çünkü SEN MERHAMET EDENLERİN EN MERHAMETLİSİSİN" . Herkese merhaba ! Bugün hayata bakış açısını ele almak istedim , yabancı bir site, kendime site yapmaya çalışırken ,başka sitelere de giriyor ,girmek için de çogunda üye olmak gerekiyor... Aslında güzel bir şey, dünya ayagınıza bir tıkla geliyor misafir oluyor ve çekip gidiyor , kim ne maksatla geliyor ne arıyor,ne planlıyor bilemiyor insan ))) Bütün dünyanın derdi geçim sıkıntısı ,hepimiz geçim için ugraşıyoruz bu dünya da ise herşey gözlerimize hitap ediyor,herşeyi iyi bakmak gerekiyor, bir kaçgün önce kendi kendime ne zamandır gerçek bir mektup aldım dedim herkes email lle işi bitiriyor, eskiden aldıgım ,mektuplarım ,hala bende saklı ama bu internetten aldıgım tümü silindi gitti,,,Kartpostallara bakıyordum nezamandır zarfın içinde şöyle güzel bir kartpostal aldım,bayagı olmuş, internete baktım durdugum yerde birine gerçek kart yollayabilecekmiydim ,bulamadım, hemen bir siteye giriştim ,aslında eski yapım aşamasında bir siteye ek yaptım ,baktımki çok şey gerekiyor ,bir şirket kurmak gerekiyor bunun için bankalar krtasıye , postahane ve eleman gerekiyor, ve güzel yazı yazabilecek en önemlisi uluslar arası olursa yabancı dil bilen kişiler vs. vs sürüp gidiyor, sonuçta bir www.beyazdusdantel.tr.gg diye bir şey çıktı ama düşünüyorumda birileri iyi bir şey dahi yapsa sonuç burda maddiyata dayanıyor ... Birilerini sevindirmek bazan bir tebesümle de olsa bu zamanda insanlar sanalda olsa bu dünyada maddi  birşeyler bekliyor..Ben bir müslümanım inancımız geregi yaşantımızı inancımıza göre düzenlemek zorundayız, eger sırf nefsimizle hareket edersek nefsimize sunarsak , birçok şeyi kaybediyoruz,bizden daha dogrusunu bilen  herzaman bizi gözetleyen birileri olacak,ben yanlızca beni yaradan beni nasıl görmek isterse öyle bakıyorum hayata,karşımdakilerinin de sahibi o çünkü, onlara bir haksızlık yaptıgımda bunu bana soracaktır, "BANA KUL HAKKIYLA GELME DİYOR" bu yüzden herkese karşı sagılı olmak gerek,neyse bugün hayata ve insanlara karşı yapıcı olmayı istiyorum,  herkes kendisine ve çevresine karşı iyi olması dilegiyle.... HAKKINDA Tarih Temas Insanlar Ortakları TARIHÇEMIZ aksefasi seyahat, turizm ve konaklama sektöründe haber, analiz, yorum, v.s bilgiler içermesi için yapılandırılıyor .Bu teknoloji sanal seyahat konuları içererecektir. YAPTIĞIMIZ HER ŞEYIN KALBINDE ONLINE HABER VE ANALIZ OLACAKTIR:  geliştiriciler seyahat alanları sanal gezme  sosyal etkinlikler  reklam Web  Sponsorluklar Video  Haber GÖÇMEN KUŞLAR Yolun başında durmuş gelip geçene bakıyordu. Ağarmış sakallarını sıvazlayıp duruyordu . Başında ki kalpağını düzeltip yeniden karşıdaki denize bakmaya devam ediyordu. Torunu yanda çakıl taşlarıyla oynarken yanına eski arkadaşı Mehmet geldi. Selamlaştılar oda yanına oturdu, eskiden olan hikayeleri tekrar yad etmeye başladılar. Küçük torunu onlara baktı derinden sohbete daldılar , onu unutmuş gibiydiler, yavaşça denizi daha iyi seyredebilmek için uçuruma doğru yaklaştı büyük kayalardan aşağı ayakları sarkıttı, yere oturdu,elindeki çakıl taşlarını atmaya başladı.Gözlerini denizden alamıyor ve gökyüzündeki kuşları seyretmeye başladı " v " şeklini almışlardı güneye doğru uçuyordular."Dedesi göçmen kuşların güneye sıcak memleketlere gittiğini söylemişti". Çocuk düşme tehlikesini fark etmediği için dedesinin yaşadığı korkuyu yüzünde göremedi,belinden geriye çekildiğini hissetti."Yavrum sen ne yapıyorsun ! düşersin buradan, derken sesi titriyordu , yaşlı adamın. Torununa sımsıkı sarıldı,gözlerinde şevkatle sarıldı. Onu bankın yanına götürdü, "sende uçup gidecektin göçmen kuşlar gibi.." derken onu oturttu ve yanına oturdu. Derin bir soluk aldı, "Sakın bir daha oturma ve fazla yaklaşma tamam mı, söz ver bakim bana " dedi ve gözlerinin içine baktı.Dedesinin gözlerini çok seviyordu ona şevkatle bakıyorlardı. Onu üzmemek için hemencecik " Tamam dedecim söz! dedi. Dedesi durdu ve her zaman yaptığı gibi anlatmaya başladı . Mehmet amcada onlarla oturmuş Hüseyin dedeyi dinlemeyi başladı. "Bir zamanlar bizim memlekette senin gibi küçük bir kız vardı,bu küçük kızın babasını arkadaşı ,öfke sonucu yaraladı ve kısa zamanda öldü. Küçük kızın babası ölünce kardeşiyle iyice yetim kaldılar . Anneleri tekrar evlendi ama babasız olmuyor işte. Dedesi onu koruyup kolluyormuş ama o yavrucak ta baba özlemi çokmuş. Çünkü babasızlığı hep karşısına çıkıyormuş. İtilip kakılıyormuş, fakirlik bir yandan zor bir yaşamları varmış. Küçük kız çok sıkıldığı zamanlarda böyle yüksekçe yerlere gider kenarına oturup ağlarmış. Sanki orada tüm sıkıntıları gidermiş. Böylece seneler geçip giderken kızımız büyüdü, ama o hep kayalığa gelip oturur gökyüzüne bakarmış sanki bir haber alacakmış gibi.. Bir gün gökyüzünde göçmen kuşlar belirmiş yine güneye göç ediyorlarmış kızımız ne görmüşse koşarak köye gelmiş, bizlere buradan hepimiz gideceğiz güneye diye söylemeye başladı. Hepimiz güldük tabi. Çok geçmedi muhtar bize devlet aracılığı ile (K) a göçmen olarak gitmek isteyenlerin yazılması gerektiğini söyledi. Bizde o fakirlikten kurtuluruz diye göçmen olarak yazıldık . Çok azımız kaldı geride. Bizde göçmen kuşlar gibi güneye göç ettik. Yıllardır da buradayız yavrucum. O kızcağız da geldi kocaman bir ailesi oldu ve yavruları göçmen kuşlar gibi dağıldı yaz oldu mu ona geri geliyorlar. şimdilerde o fakir kız çok zengin kendine yeten biri. Dedi ve durdu yine gözlerinde yaşlar belirmiş ti . "Dede cim neden ağladın " torunu da hislenmişti ağlamasına dayanamdı. Parmak ucuyla göz yaşlarını silmeye çalıştı dedesinin."O ölen benim güzel oğlumdu, hafızımdı, o kız da torunumdu." " Çok özledim memleketi ve " dedi gerisi gelmedi. "Biz zaten bu dünyaya misafir gelmedik mi , az kaldı zaten kavuşuruz gidenlerin ardından. Yerlerinden kalktılar ve köylerine doğru giderlerken denizin üstünden göçmen kuşlar güneye doğru ilerliyorlardı. HATIRLARMISIN BU DÜNYANIN HER CANLI İÇİN SON OLDUĞUNU, ŞU GÖZLER GÖRMEDİ Mİ? BÜTÜN CANLILARIN SON NEFESİNİ VERİŞİNİ, ŞU KULAKLAR DUYMADI MI? BİZİ BAĞLAYAN SEVGİLERİN, HER ZERRESİ, KALPLERDE ERİYİP SOLDUĞUNU, HİSSETMEDİN Mİ? SON HATIRASIN SEN, BİR BABANIN, HIÇKIRMAK FAYDA ETMEZ, SON ANIN.. KÜÇÜK BİR ÇOCUĞUN HIÇKIRIKLARINI, HATIRLARMISIN, DUMANLI GÖZLERİNDE Kİ ISTIRABI, ANIMSARMISIN. GECELER BOYU AĞLADIĞINI , O'NA BAKAMADIĞINI SON ANIN YAKLAŞTIĞINI, HATIRLARMISIN.. . GÜNLER Mİ, KISALDI,GECELERMİ? SARMIŞ ZEHİR HER TARFINI, KIVRANIP DURUR NİYE?!!! AYRILIK VAKTİ GELDİĞİNDE, İLK DEFA SARMIŞTI SENİ O KARANLIK ÖZLEM... ŞEVKATİYLE SARMAK İSTEYİŞİNİ, SON KEZ ANLADIĞINDA GİDECEGİNİ, O AN, KARARAN GÖZLER SÖNERKEN O SON GÜLÜMSEMEYİ... EVLADINA, HATIRLARMISIN.... SON HATIRAN AKŞAM SEFASI Akşam sefasının kokusu okadar güzelki . Her akşam bu güzel kokulu agacın yanında oturmak ve o güzel kokuyu teneffüss etmek , bana verilen güzelliklerden biri. Sonra gecenin yıldızları çıkmaya başlıyor , ve dolun ay' da misafir oluyor, geceye. Aklımıza hiç gelmeyen kelimeler beynime bu güzelliklerin sahibini diüşündürmeye başlıyor. Parlak yıldızların her biri sanki herbirimiz kimi parlak kimi sönük... Havada sovumaya başladı ,artık sonbaharın etkisiyle gece yavaş yavaş değişmeye başlıyor. O güzel kokuyu içime çekip , çiçege yaklaşıp onla sohbet ediyorum ( tek taraflı ) ondan ayrılırken sahibine şükrettim ZOR ZAMANLARDA    Küçük ellerini  pantolon cebine sokup , ısınmaya çalıştı. Elleri hep üşüyordu, keşke babası biraz daha para kazanabilse ona bir ceket alabilseydi. Yavaşça eve doğru yürümeye başladı bugün arkadaşlarının  kürklü kapişonlu ceketlerine imrenerek bakmıştı. Şu burnuda akmasa ne iyi olurdu. hep akıyordu ve onla dalga geçiyorlardı, mendili bile yoktu bir bez parçası bulmuştu onuda heryerde çekemiyordu. Sanki herkes onun bu yokluğunla alay ediyordu . Gözleri dolmuş , gökyüzüne doğru baktı . Annesi ellerini hep yukarı açar dua ederdi. Kimle konuşurdu dua neydi bilmezdi, ama birşeyler istendiğini biliyordu, ellerini açtı , Annem senden istiyor , bende istiyorum ,bana bir ceket, birde evimize odun yolla neolursun dedi. Aynı annesi gibi yüzüne ellerini sürüp yola devam etti. Yarım saat yürüdü sonderece üşümüştü , eve gelince  koştu , hemen kapıyı tekmeledi ,annesi açtı ,kapıyı açarken içeriiden bir sıcaklık hissetti '' gelsene yavrum donmuşun,'' annesinin sıcak elleri onu sarmalamıştı ne olduğunu anlamadı kendini yerde buldu. Gözlerini açtığında annesinin endişeli gözleriyle karşılaştı, gülümsedi ısınmıştı,artık üşümüyordu. Babasıda yanındaydı elinde birşey vardı ,'' bak bunu görüyormusun ,bunuda sana aldım''  ceket vardı elinde hemde arkadaşlarının kinden ve beslenme çantası . Hemen kalktı sevinçten babasına sarıldı , ağlıyordu, üşümeyecekti artık. Babasını işe almıştı iyilik sever bir amca ve zekatını vermişti. Birde eve kömür yollamışlardı. Hemen ellerini açtı '' TEŞŞEKKÜR EDERİM''.......Minik kalbi okadar sevinçle dolmuştuki ...  İslam nedir ? Nasıl Müslüman olunur? İslam’ın ne olduğunu izah etmeden, İslamın ne olmadığını belirtmekte fayda vardır. İslam ne değildir. Batıda çoğu zaman İslam dini Arap’ların veya Türk’lerin dini olarak algılanıyor. Hatta Orta Doğu’nun veya Anadolu’nun dini olarak. Bunun karşısında hiç kimse cidden Hiristiyan’lığın bir Orta Doğu dini olarak tasnif etmez. Halbu ki yüce Allah’ın peygamberi olan İsa (as) tam bu Orta Doğu’da yaşayıp etken olmuştur ve tariflere göre o sarı saçlı ve mavi gözlü de değil idi. Kamuoyundaki bu İslam algısının sebepleri mutlaka çeşitlilidir: İlk bakışta aslında dini farklılıklar bu derecede olmaması lazım iken, tarihsel, politik, sosyal, kültürel ve çoğu zaman da ticari amaçlardan kaynaklanan farklılaştırmalar bir önemli rol oynamaktadır. Bir başka önemli husus şudur ki, dünyada yaklaşık 2. milyar müslüman yaşamaktadır ve Vatikan’ın son tespitlerine göre (2007), ilk defa dünya tarihinde Sunni’lerin sayısı Katolik’lerin sayısını geçmiştir ve dünyada böylelikle sayı olarak en büyük inanç gurubunu teşkil etmektedir. Yani bir başka deyim ile: 1. Tespit: İslam dini, yalnız bir Orta Doğu dini olmayıp, bütün devletlerde ve bütün kıtalarda mensupları bulunan bir dünya dinidir. İslam dini mensuplarına güncel hayatın bütün boyutlarında geniş kapsamlı kaideler sunmaktadır. Mesela ana esaslardan olan ibadetlerin yanında İslam dini mensuplarına, tutun en güzel ve temiz bir şekilde tualet ihtiyaçların giderileceğinden tâ hayvanların haklarının nasıl korunacağını veya muhtaç insanlara nasıl davranılmasının gerektiğini dahi öğretmiştir. Saygılı ve anlayışlı komşu ilşkilerini, sorumluluk ve sosyal dayanışmayı içeren ticaret ahlakını, ilime teşviki ve hatta ilim yapmayı şart koşan İslam dini aynı zamanda insanların sağlıklı ve güvenli yaşayabilmelerini de konu etmiştir. Kısaca İslam dini insanların bütün yaşam alanlarında yardımcı ve yol gösterici kaideler sunmuştur. Öyle ise: 2. Tespit: İslam dini, günümüzün anlayışında, bir dinden ziyade bir yaşam biçimidir. Yüce Allah Kuran-ı Keriminde şöyle buyurmaktadır: “Biz seni (yani Peygamber efendimiz Muhammed (sav)’i) ancak alemlere rahmet olarak gönderdik.” (Kur’an-ı Kerim 21:107). Bu ayet-i kerimede yüce Allah onun insanlara gönderiliş sebebini açıkca beyan etmektedir. Bu sebep de merhametdir, çünkü “Rabbiniz, sizden kim bilmeyerek fenalık işler de arkasından tövbe eder ve nefsini düzeltirse, ona rahmet etmeyi kendi üzerine almıştır. O, bağışlar ve merhamet eder.” (Kur’an-ı Kerim 6:54) buyurmuştur. Yani sevgili Peygamber (sav), Kuran-ı Kerim veyahut umumi olarak İslam dini bir merhamet olarak insanlara gönderildiyse, nasıl olur da bazı insanlar, kendilerini müslüman olarak görsünler veya görmesinler, kanlı eylemlerle korku, panik, terrör veya kısaca “merhametsizlik” etrafa saçabilsinler? Tarihteki kanlı geçen haçlı seferlerini “Deus lo vult – Tanrı böyle istiyor...” diye gerekçe gösteriliyordu. Ama İslam dini ve kaynakları bu hususta ihtilafa hiç mahal bırakmayacak kadar açık ve seçiktir. Burada bu tür eylemlerin politik sebeplerini açıklamaya ve tartışmaya yer bulunmamaktadır, dini olarak da yukarıdaki belirtilerimize göre tartışılması dahi abes kaçar! Bu eylemlerin sebebini de zaten bütün dünya biliyor! Sebep verenleri ise yüce Allah şu mukaddes Ayet-i Kerime ile bizlere tarif ediyor: “Kalblerinde hastalık vardır, Allah hastalıklarını artırmıştır. Yalan söyleye geldikleri için onlara elem verici azab vardır.Kendilerine: "Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın" dendiği zaman, "Bizler sadece ıslah edicileriz" derler.” (Kur’an-ı Kerim 2:10-11) Hatta ingilizce meali türkçesinden daha da açık ve nettir: “...why? We are only peacemakers.” - ... 3. Tespit: İslam dini korku, panik ve terrör emretmemiştir, tam tersine İslam dini merhamet, sevgi ve tolerans emretmiştir! Bu önemli tespitlerden sonra şimdi İslam’ın ne olduğu sorusuna yönelebiliriz.  İslam nedir? İslam dini tek ve bir olan yüce Allah’a ibadet edilen bir yaşam biçimidir. Bu duruma gelebilmek için ilk evvela bütün yanlış ve sahte ilahları, ve ilah yerine geçen herşeyi, hatta bir peygamber dahi olsa, ibadete laik olmadıklarından dolayı, red etmek gerekir. Birisini veyahut birşeyi sevmek ile ona ibadet etmek arasında müthiş fark vardır! İslam’ın ne olduğunu, arapça olan İslam kelimesi, kolayca tarif etmektedir: Yöneliş, itaat etmek, boyun eymek, saygı göstermek ve barış (huzur). Bu tariflerde ilginç olan ilk 3 mana insanoğlunun ortaya koyduğu tutum, ve son manada karşılığında Rabbi’nden elde ettiği sonuçtur, o da barış ve huzurdur. Rabbi ile barış halinde bulunmak, kendi kişiliği ile barış halinde bulunmak ve etrafı (diğer insanlar ve tabiat) ile barış halinde bulunmak demektir kısaca İslam. Bir insanın yüce Allah’a karşı olan itaatını kontröl edebilmek için basit ama etkili bir kıstas, dolayısı ile belirtmiş olduğumuz değişik barış ve huzur hususlarını o insanda tespit etmektir. Yani bir başka deyim ile bir insan yüce Allah ile, kendisi ile ve etrafı ile barışık değil ise, ve huzursuzluk saçıyor ise, demek ki onun itaatında ve yüce Allah’a yönelişinde bir problem bulunmaktadır. Belirtiğimiz gibi İslam dini bir yasam biçimidir. İslam’ın amaçı insanların dünyada ve ahirette saadetli olmalarıdır. İnsanın bütün hayat alanlarındaki sorunlarına, yüce Allah’ın sonsuz ilmiyle ve kudretiyle yoğrulmuş çözümler sunulmuştur. Çünkü ancak yüce Yaratan ne zaman ve ne hallerde kendi yaratığının huzura ve barışa kavuşabileceğini bilebilir. Onun için kim hakikaten yüce Allah’a inanarak, ama Allah’ın değil de, kendisinin nasıl mutlu olabileceğini inanıyorsa, o aslında bilmeyerek her şeyi bildiğini iddia etmektedir. Veyahut kısaca yüce Allah’ın sonsuz ilmine ve kudretine inanmıyor demektir. Üçüncü bir ihtimal yoktur! Müslüman kime denilir? Arapça olan Müslüman kelimesi “Allaha boyun eğen, O’na itaat eden veya İslam dinini kabul eden” manasına gelir. Batıda daha halen zaman zaman kullanılan ‘Muhammetçi(ler)’ kavramı tamamen yanlıştır. Çünkü Müslümanlar Muhammed (sav)’e ibadet etmez, ancak ve ancak, arapçada tek ve bir olan İlah manasına gelen yüce “Allah’a” kulluk ederler. Peki bu noktada “kulluk etmek/boyun eğmek” ne demek olduğunu araştıralım. İlk akla gelen soru şu olabilir: “Nasıl olur ki insanoğlu fıtraten hep özgürlük ve serbestlik peşinde olmasına rağmen, bir Yaradana boyun eğsin O’na kulluk etsin? İlk bakışta bu tezzat gözükebilir. Ama izahı aslında çok basit. Mutlak özgürlük kast ediliyor ise, şu anlama gelir: “Kişi istediği her şeyi istediği gibi yapması veya yapmaması.” İşte tam bu bir Yaradan’ın sıfatıdır, bir yaratığın değil! Ve bu sıfatı yüce Allah kendisine has kılmıştır. Bizler ise O’na muhtaçız ve O’na bağımlıyız. Demek ki insanoğlu serbestlik ve özgürlük istiyor ise, o zaman hep yüce Allah’ın takdir buyurmuş olduğu “izafi (relativ)”, yani sınırlı, serbestlikten ve özgürlükten bahs edebiliriz. Ve yüce Allah insanoğlunun ancak O’na itaat edip, O’na ibadet ederek serbestlik, özgürlük ve dolayısı ile huzur bulmasını tayin ettiği ise, o zaman boyun eğerek nasıl özgürlük bulabilmemizi kolayca anlayabiliriz: Ruhumuzu, kişiliğimizi sıkan ve daraltan bütün putlardan ve put yerine geçen her nesneden soyutlanarak, onların köleliğinden kurtularak, ancak tek bir İlah olan yüce Allah’a saygı ve sevgi ile boyun eğmekle. Her kim ki yüce Allah tarafından istenilen bu boyun eğmeyi ret ederek mutlak veya izafi özgürlüğüne kavuşabileceğini zan ediyor ise, ancak kendini kandırır. Delil olarak o insanın hayatındaki son anına bakmak yeterlidir. Çünkü en geç o zaman muhtaç ve zavallı bir şekilde yüce Allah’a boyun eğerek hayatı için yalvaracaktır. “De ki, "Üzerinize Allah'ın azabı gelse veya kıyamet saati size gelse (ölüm), Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Doğru iseniz bana bildirin. Hayır; sadece O'na yalvarırsınız; dilerse yalvardığınız şeyi giderir, siz de O'na koştuğunuz ortakları unutursunuz.” (Kur’an-ı Kerim 6:40-41) Ama bu son andaki yalvarma çok geç olacak. Çünkü hayatın asıl anlamı ve asıl gayesi bu noktaya gelmeden O’nu tanıyabilmek, kendimizi tanıyabilmek ve Müslüman olup O yüce Yaradana ihlas ile boyun eğmemizdir. Nasıl Müslüman olunur? İslam dinine girmenin 2 yönü vardır. İlki yüce Allah indindekidir. İkincisi ise diğer Müslümanlar ile alakalıdır. Yüce Allah önünde bir insan ihlas ile kalben İslam’ın şehadetini tasdik ederse Müslüman olur: “Eş hedü enla ilahe İllallah ve eş hedü enne Muhammeden rasullullah.” Manası: “Allah’tan başka ilahın (ilahların veya ilah yerine geçen her türlü nesnelerin veya insanların) olmadığına ve Muhammed’in O’nun rasülü olduğuna şehadet ederim.” Diğer Müslümanların indinde bu insan kalben ve dil ile şehadet getirmesi ile Müslüman olur. Bu şehadet 2 veya bir gurup Müslüman önünde getirilir. Bu şehadetin en güzel ve en pratik yeri camidir. Orada şehadetten evvel her türlü sorular açıklanabilinir ve bu son derece önemli ve kölelikten kurtarıcı adım atılır. Mannheim Yavuz Sultan Selim Cami’si sizlere her konuda olduğu gibi, bu konudada her zaman açıktır. Sorularınızı memnuniyetle cevaplamaya hazırız. https://www.ditib-ma.de/tur/islam/allah/    tıklayıp daha fazla bilgi alınır OKUMADAN GEÇME !     Kendin olmak,oldugu gibi yaşamak   Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetleşmeye  döner. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir. Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler : ‘Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da, bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiç bir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar. ! Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız. Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın! En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar. Karşımda ki çocuklara bakıp üzülüyorum,elle rinde joistik,canavarların peşinde koşuyorlar,dışarda hava güzel onlar eve kapanıyor,bu oyunlar ruhlarını karartıyor vijdanlarını öldürüyor ve öldürmeye yıkmaya teşfik ediyor,amaç başarmak güya:(( Ya biz çocukken dagın bayırın ,agacın ,taşların üzerinde ve hayvanlar la yaşardık,oyunlarımız hep aktivite üzerineydi koşuyorduk zıplıyorduk olmasada tenis ,raket sopalarımız tahtalarla hallediyorduk,bunlar sa oda nın içine hapsoluyorlar,dışarı çıkınca izledikleri oyunları yapabileceklerini sanıyor inciniyorlar.. Biz taş toplayıp eski kara lastikleri veyahut pabuçlarımızla dombala de digimiz oyun oynardık,maliyeti bile yoktu,şimdi çocuk anne,baba deyip dünyanın külfeti oyuncaklar istiyorlar,sonra bakıyorsunuz ,birkaçgün sonra bıkıyor ,bir köşede atıl duruyor,kırılmadıysa tabi.. Velhasıl duran bir toplum olduk,binalara hapsolmuş yavaş yavaş şişman lamaya mahkum insanlar olmaya başladık,herşey hazır,aktivite yok.. Biz savaşları bile bir dügmeyle yapıp ,yüzlerce insan öldürüyoruz,nerde eski kılıç kalkan,şimdi herşey hazır,bu kadar kolaylık mı çıldırtıyor insanları maddiyatı dogru dürüst kullanamadıgımızdan mı,insanlar komşusunu bile ta nımıyor ,twittir dan amerikadaki adamla sohbet ediyor,nasıl bir toplum olduk, nasıl çocuk büyütüyoruz,sabah giden çocuk ,eve gelince odasına giriyor ve onla görüşemiyoruz,eşlerde öyle,akşam ya tv yada internet,köylü kesimde kahve kültürü hala var,aile ortamı bittimi,ne oluyor bize... Bu kadar çalışmak mı gerekiyor,şartmı ,ömür dedigin ne ki tam adam oldum herşey tamam diyen ölüyor zaten.. Yaşayamadan ömür gidiyor....Ben galiba eskiyi özledim...sarmadı bu zamene alem,çook hızlı..düşünmene bile fırsat vermiyor... I.

Bumerang - Yazarkafe
Tweet Makaleler Hakkında Duyurmak hABERLER Blog Benim Site
 
aksefasi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol