google.com, pub-6287384622389852, DIRECT, f08c47fec0942fa0 Tweet
 
 
Sosyal Sanal SEYAHAT
Sanal dünya

adi ruyam olsun


Beşparmak Dağları, kendisine yaklaşan o şanlı ve kutlu insanları heyecanla bekliyordu. Hep hasretle bakmıştı yollara. "Acep niçin gelmediler?" diye bulutlar bile küsmüştü nice zamandır. Evet, gördükleri gerçek idi, etrafta bir şenlik vardı; gözleri ufukta olan otlar, ağaçlar, hayvanlar, taş ve toprak çoktan karşılamaya hazırdı. Nihayet 'ada'nın kıyılarından çıkageldiler. Kuzeyden, güneyden girdiler heyecanla. O ilk giriş anlarında bazıları oracıkta şehit oldu. O kutlu şehitler -başta Efendimiz'in (sallallahü aleyhi ve sellem) halası Ümm-ü Haram Hazretleri (r.anha)- hâlâ buralara mânen kol-kanat geriyorlar. Onlar 'ada'da kaldıkları sürece buralar hep yeşil kalacak.

İlk tohumun toprakla buluşmasının üzerinden asırlar geçmişti ki, Beşparmak Dağları'nı yine hüzün kapladı. Artık insanlar başkalaşmış, aslından uzaklaşmıştı; sefihane bir hayat yaşanıyordu. Bu defa da bulutlar küsmüştü 'ada'ya. Gözyaşları kurumak üzereydi ki, bir kutlu haber duydu Anadolu'dan, Devlet-i Aliye'den: Buralara bir kere daha geleceklermiş. Beşparmak Dağları: "Aman Allah'ım ne büyüksün ve bu ne büyük bir müjde!" diyordu gözyaşları içinde.

Ve bir sabah erkenden çıkageldi, nesilleri hâlen devam eden 'ada'nın yeni sakinleri. Bunun adı 'yeniden diriliş' olmalıydı. Suya hasret toprak ve rahmete hasret bağ ve bahçeler yeniden kendine geliyordu. Bu mutluluk ve huzur adacığı bu hâliyle birkaç nesli içinde barındırdı.

Sonra Devlet-i Aliye'nin öksürmeye başladığı yıllar geldi. 'Gelgitler adası' zâtürreye yakalanmıştı bile. Devrin fırsat kollayan bendeleri, talan yarışındaydı. Beşparmak Dağları yine hüzünlüydü; fakat ümit atlasındaki yerinde dimdik duruyordu. Gözü hep yeni neslin gelişindeydi. O nesli beklerken gözünü kuzeye, Anadolu'ya, çevirdi ve başka yere bakmadı. Çünkü orada bir karakol gördü; ona 'son karakol' diyorlardı. Küçük tepeler, 'Artık bize kimse uğramaz!' derken, Beşparmak Dağları bütün kalbiyle 'son karakol'a bakıyordu. Biliyordu ki, beklenenler buradan gelecekti. Fakat yardım beklenen yerde de, hastalıklar diz boyu idi. Üstelik hastalığını fırsat bilen 'pusudaki kurtlar' inlerinden çıkıp başına üşüşmüşlerdi. 'O şanlı yiğit, karşı bayıra gömülmüş olsa bile, yine bekleyeceğim onu.' diyordu Beşparmak Dağları.

Millî ve vatanî duyguların bamteline dokunulduğu günlerdi. 'Son karakol'da bir hareketlilik görülüyordu. Beşparmak Dağları'nın yüzü ışımaya başlamıştı. Âdeta yıllar sonra yeniden takip ediyordu istikbaldeki kutlu misafirlerini ve onların yol hazırlıklarını. Evet, beklediği gün, bugündü. Geldiler ve aldılar onu idam sehpasından. Fakat işin doğrusu, esas yarayı göremediler. Ancak, birkaç fedakârın gayretiyle dikilen çiçek ve ağaçlarla Beşparmak Dağları biraz olsun kendine gelmişti.

Beşparmak Dağları: "Bu çiçek ve ağaçlar bir gün büyüyecek ve buralara mânevî güzellikler dağıtacak." diye hayal ediyor ve asırları aşkın sabır kuvvetiyle bekliyordu o ağaçlardaki meyveleri. Fakat bir türlü gelmiyordu beklenen netice. O, tekrar Anadolu kıyılarına bakıyordu her zamanki gibi. "Oradan gelirlerse, kurtulurum, yoksa hâlim harap!" diyordu. Kutlu Diyar'dan ilk gelenlerde yaşadığı heyecana denk bir heyecanla bekliyordu yeni misafirlerini. Sanki onların müjdesini asırlar öncesinden almıştı. Ama Anadolu'da hercümerçler birbirini takip ediyordu. Olsun, yine de ümitliydi. Çünkü yıllar öncesinden 'zamanın bahçıvan'ı tohumu toprağa ekmiş ve rüşeymler canlanmaya başlamıştı.

Sonunda Beşparmak Dağları kutlu bir haber duydu. O rüşeymler fidan olmuş ve buralara sevk olunuyordu. Bu geliş, ilk gelenlere yakın bir keyfiyetteydi. Onlara kucak açtı, sinesinde yer ayırdı. Yıllarca o fidanları bütün muhalif rüzgârlara karşı korudu, kolladı. Her geçen gün, her şey daha da güzel oluyordu. "Âhir ömrümde bu fidanların ve bu goncaların meşcereliğinde yaşayacağım, daha gam yemem!" diyordu. Bu son kutlu misafirler, yıllarca sabrettiler Beşparmak Dağları'nın eteklerinde körpe fidanlar yetiştirmek için. Nice fidanlar boy attı, kabına sığmaz bir hâl alıp yeryüzü mirasçısı oldu, dağıldı değişik coğrafyalara. Ama sanki bir şeyler hâlâ eksikti.

Ve bir gün sabaha karşı Beşparmak Dağları lerzeye geldi. O gece bir şeyler olmuştu. Her zamanki gecelerden farklıydı. O sabah anladı ki, bu gelen misafirler 'ilklerin son temsilcileri'ydi. Kâinatın Sahibi onlara öyle bir mühür vermişti ki, bu mühür burada kalıcı olduklarının bir alâmetiydi. O gece, hayır ve iyilik sever bir insan olan Hayrullah Bey bir aralık yatağına uzandı. O uzanış, ilerleyen saatlerde onu Haşir meydanına götürdü. Endişe içinde, bir kafileyle birlikte hesap vermeye gidiyordu. Kafilede bulunanlar gibi Hayrullah Bey de tir tir titriyordu. Acaba hayatının hesabını verebilecek miydi? Acaba hâli nice olacaktı? Amel defteri hangi tarafından verilecekti? Sorular peşi peşine geliyordu. Bir ara, biraz aşağılarda, tren istasyonunu hatırlatan bir yer gördü. Orada bulunan delikanlılar sanki bir şeyler bekliyorlardı. Hâl ve hareketlerinden anlıyordu onların dünyada olduklarını. O an hatırladı her şeyi: Bu gençlerin bir talebe yurdu yapmak için arsa aradıklarını; bir arsayı tam alacaklarken sahibinin vazgeçtiğini; kaç arsaya baktılarsa, bir türlü olmadığını; kendine ait arsanın önünden defalarca geçmelerine rağmen, onlara bir türlü 'İşte size arsa!' demeyi aklına getirmediğini... Evet, bütün bunlar, gözünün önünden geçiyordu. İşte tam o an beyninde şimşekler çaktı; o gençlerle dünyaya haber gönderecek ve "Hanıma söyleyin, o arsayı yurt yapmak için versinler." diyecekti. İhtimal, bu sayede kurtulabileceğini düşünüyordu. Bu his ve düşüncelerle kan-ter içerisinde uyandı. Hemen hanımına rüyasını anlattı. Ondan, "Sen bilirsin bey!" cevabını alınca, hiç beklemeden Abdurrahman Bey'i aradı ve evine çaya davet etti.

Abdurrahman Bey ertesi gün akşam saatlerinde Hayrullah Beylerdeydi. Muhabbetin koyulaştığı saatlerde Hayrullah Bey sözü, o günlerde üzerinde çok durdukları arsa mevzuuna getirdi. Yağmur yüklü bulutlar gibiydi. Gördüğü rüyanın tesiriyle; "Hocam arsa işi tamamdır!" dedi. Ertesi gün, güneş farklı doğmuştu ada semalarında. Aynı dertten muzdarip insanlarda bir heyecan vardı. Duyan şükrediyor ve bu büyük lütuf için nasıl davranacağını bilemiyordu. Olanları duyan Osman Hoca, günlerce hâdisenin tesirinde kalmıştı.

Derhal harekete geçildi. Vakit kaybetmeden işe koyulmak ve el birliği edip, Beşparmak Dağları'nın yıllardır süren hasretini gidermek zamanıydı. Sema bunu bekliyor, yerdekiler bunu bekliyordu. Hâsılı çok sıkıntı çekildi, sineler dağlandı, ızdırap ve çileler çoğu kişiye yol arkadaşı oldu. Sıra yapılan müesseseye bir isim koymaya gelmişti. Hayrullah Bey'e soruldu. O: "Adı 'rüyam' olsun!" dedi.

Evet, o yurdun sinesinde, solmaya yüz tutmuş güller tekrar canlanıyordu. Orada birçok çiçek açtı ve hâlâ açmaya da devam ediyor. Şimdilerde, Ümm-ü Haram Annemizin (r.anha) ruhunu şâd edecek geleceğin hizmet erlerinin sohbet ettiği, ilim ve tefekkürle meşgul olduğu, uğrayanların huzur bulduğu bir mekândır orası.

Son manzarayı sorarsanız; tarihe şahitlik etmiş Beşparmak Dağları ve bu dağın kutlu sakinleri ellerini semaya kaldırmışlar, anayurttaki dirilişle âhenkli şekilde ilerleyen bu güzellikleri bahşeden Zât'a (celle celâlühü) hamd ve senada bulunuyorlar.

 
Bumerang - Yazarkafe
Tweet Makaleler Hakkında Duyurmak hABERLER Blog Benim Site
 
aksefasi.tr.gg
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol